4 Haziran 2008 Çarşamba

Bir masal...

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu,öbürü
mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha
karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz
zaman aldı ama sonunda başardılar.
İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.
Delikanlı arkadaşında kaldığı
için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini
görebilmek için,her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o
durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre
sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki
yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar.
Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar
olduklarında da hep mutluydular.
Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para
kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek
uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri,
yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri
çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi
olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"
diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini
büyüttüler..."Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adama
"Hayır,ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve
geldiğinde,aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,
"Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında
başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi
sakın unutma" Mutfaktaki masadan,salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya
okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en
sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı
akarsa aksın, işleri ne
kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı
bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya
karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul
etmeye
başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev
aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken,
harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne
dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harikabir ev
yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan,
martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen
istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam.
"Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para
olursa olsun,burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını
bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün,
her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında.
Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.
Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek
için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç
beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en
iyisi o evi unut..." Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da
acı, daha da çekilmez
gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için
yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil
döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer
değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu
kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun,
gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert
yanarken,"Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti
arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç
birkadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar
arabaya....""Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı
kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün,
öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri
masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı
hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde
ağırladıkları
kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez,
bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de
yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkâr etmedi adam. Zamanla
duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık
aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden.
Kapıdan
çıkarken, "sonbir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın,
"defol" dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk
hikâyesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle
ayakta kalmaya çalıştı
kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen
yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri
geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin
alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu
söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla
çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadınıgördü.
"Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." Dedi genç
kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir
şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir
senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibionunla
birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için,
benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte
Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı..
Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi
görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı
beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden
akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek
istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi.
İtinayla katlanmış bir sürü kâğıt duruyordu kutuda. İlk kâğıtta, "Lütfen
bütün notları sırayla
oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten
hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini
bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni
istiyorum."
"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kâğıdı eline alırken, kutuda bir
anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kâğıtta şunlar yazılıydı: "Sahildeki
evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla
kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...

( alıntıdır )

->Kimsenin yaşadıklarına lafım yok ama, neredeyse imkansız görünüyor bana. Keşke hepimiz bu masalın içinde hastalık olmayan kısmını yaşayabilsek...

Hiç yorum yok: