16 Haziran 2008 Pazartesi

Sabah kalkış işkencesi


Hayatta yapmakta en zorlandığım şeylerden biri sabah kalkmak. Erken kalkmak demiyorum, kalkmak başlı başına bir dert, saat kaç olursa olsun. Tabi erken kalkacaksam daha da beter bir zulüm bana. Bu durumda bize yardım eden önemli bir gereç var. Acaba nedir nedir? Eveeet, çalar saat, ya da telefonlarımızın alarmları. Tabi kalkış sürecini kısaltmak için ya çok bağıran saatler alırız, ya da alarmlarımıza melodi olarak uyandırıcı şarkılar ayarlarız. Yalnız, bunlara örnekler o kadar da sıradan değil sanki :)
İlkokul öğretmenim bana hediye olarak bir saat almıştı bir keresinde. Bir kız çocuğu şeklinde, çocuğumuz da tam Elmayra tipinde. Elinde bir tavşan boğulur vaziyette, elbisesi saçları falan da yumurcak kız işte. Ama o alarm yok mu, bütün apartmana yetecek derecede yüksek sesle abuk subuk bir melodi, aralarda da kızımızın sesi: "Good morning!" Çileden çıkarırdı beni :S Ama geçende babamınkini duyunca daha bir şok oldum. Google'da "mahallenin güzeli sezen roman havası" diye aratın, karşınıza salak bir şarkı çıkacak. İşte o şarkıyla uyandım bir sabah, adeta ev çınlıyordu. Allah'ım öyle bir eziyet olamazdı sabah 8.30da :( Şimdi köyde annem bazen babamı uyandırmak için telsizi kullanıyor :D Evet, çok teknolojik bir aileyiz. Annem ahırdan alarmına basıyor telsizin, buradan telsizin eşi ciyak ciyak ötüyor ve ben yine sinir oluyorum sabah 8de. Hele bir de Bursa'daki evde annemlerin bir tane var milattan öncesine ait, "zıııırrrrrrrrrr" diye öten tiplerden. Onu duydum mu korkuyorum işte :S
Bu kadar eleştiriyi yaptım da, benimkini merak ederseniz, Black Eyed Peas'den Pump it, yani pulp fiction :D Ne kadar sinir bozucu olduğunu Ayşe'ye sorunuz, o size daha iyi anlatır. Yine de, sabah sabah "Hadi hadi hadi hadi hadiiiiiiiiiii, dındırınııın dındırının dındırınııınıın dındırının" şeklinde bir Fatih Ürek şarkısıyla uyanmaktan iyidir. Bu şarkıyı sevdiğimi cümle alem bilse de - :p - bununla uyanmak istemem. Bir de In Flames ile kafa sallayarak uyanan insan modeli var ki, o da kabul edilebilir ama tercihim değil.
Çalar saat üzerine bu kadar saçmalamak, onlardan fazlasıyla tiksinmemin, aynı zamanda da alternatifleri konuşup eğleniyor olmamın bir getirisi sanırım :D Umarım bir gün biyolojik saatim yeterince aktif olur da böyle saçma şarkılarla uyanmak zorunda kalmam. Efsaneye göre Hades'in sabah uyandırma görevlisini ceza olarak horoza dönüştürmesi akıllıca bir cezaymış, artık ona katılıyorum :p

14 Haziran 2008 Cumartesi

Bir(kaç) pisimin hikayesi



Doğal yaşamla gereğinden fazla iç içe olan biri olarak, bugün yine farklı birşey izledim. Bir ( pardon iki ) kedinin dünyaya gelişi. Evet, sevgili yılışık kedim Binnaz ( nam-ı diğer Kırıkkuyruk ) sonunda yavruladı. Kardeşi 1 ay önce "enceklemişken", bu vatandaş artık karnı yere değer hale gelmesine rağmen bu zamana kadar bekledi. İşin kötü yanı bizim kedi canavarı kızımız da burdaydı :S Zavallı hayvancık doğum için münasip yeri arayıp bir yandan da sancısı olduğunu ifade etmek için miyavlarken, aynı anda Zeynep'in sıkıştırmalarına katlanıyordu :D
Binnaz diğer kardeşlerinden farklı olarak, tamamiyle bir ev kedisi. Fare avına çıkmaz, meraya gezmeye gitmez, bahçeden dışarı ayağını atmaz, hep evin önünde yatar uyur, birisinden yüz buldu mu direk yılışır falan, öyle birşey. Zaten onun nasıl bir anne olacağını merak ediyorum. Ama içgüdü ve hormon karışımı bayağı etkili birşey anlaşılan. Şöyle ki, doğumdan yarım saat kadar önce, kardeşinin yavrularını boyunlarından tutup taşımaya çalışıyordu. Normalde onları dövdüğü için anlamadım ne yapmaya çalıştığını. Kıskanıp dövmeye kalksa canlarını yakardı ama yavrular gık çıkarmıyordu :S Yarım saat sonra bir baktık, bizimki ilginç bir şekilde miyavlıyor falan, sonra yere yuvarlandı ( tabi o karınla yatamıyor, doğrudan yuvarlanıyor zavallım ) ve doğum basamakları başladı. Tabi ineklerden alışık olunca, yadırgamadım olayı :D Neyse, ilk fare geldi :D Cidden fare gibi birşey. Başladı yalamaya yavruyu kurutmak için. 5-10 dk kadar özenli kurulama faslından sonra - dikkati çekiyorum, bu arada yeni yavru gelmiyor - tuttu kediyi boynundan ( daha doğrusu tutmaya çalıştı ama birkaç deneme sonrası başarabildi ), başladı yavruyu saklamaya uygun yer aramaya. Bir 5 dk da yer arama faslından sonra - yeni yavru hala gelmiyor - buldu bir yer, bir süre sonra tekrar koştura koştura geldi yanımıza. Zaten gelince hooop yere serildi, 1 dk içinde 2. yavru geldi. Yani, ilk yavruyu kurulayıp biraz besleyip yerine yerleştirene kadar yenisini doğurmadı. Annelik içgüdüsü oluyor tabi bunlar. Sonra ikinciyi de kuruladı, doyurdu, zar zor tutup taşıdı yerine götürdü. Sonrasını bilmiyorum çünkü artık eve girdik, bekleyemedim o kadarını.
İneklerde doğumu kaç kez gördüm ama bu kadar farklı gelmedi açıkçası. Açıkçası bu pisimin yaptığı muhteşem geldi bana, "vay beee" dedim içimden, bu kadar planlı olacağını düşünmemiştim. Binnaz doğumdan önce bile hazırlık yaptı ya, hamile annelerin çocuk yetiştirme kitapları okuması gibi birşey =) Bunun annesi daha dehşetti, 6 yavruyu birden alır, meraya eğitime götürürdü; avlanmayı falan öğrensinler diye. 2 gün sonra da getirirdi hepsini geriye. Daha önce Şerbet hakkında yazdığımda da demiştim; herşey ne kadar da hesaplı, düzenli, planlı. Doğaya baktığımızda aslında herşeyin o kadar da basit olmadığını, hepsinin altında fantastik bir güç olduğunu görmemek imkansız geliyor bana. Hormon falan da öte bir olay bu bence.

NOT: Sevgili kızımız Zeynep yine gidene kadar yemek bile yemeyip sadece kedilerle oynadı, onları sağa sola fırlattı falan. Şerbet de yine kıskançlıktan çatladı, dikkat çekmeye çalıştı, arada Binnaz'a bile saldırmaya kalktı =D

13 Haziran 2008 Cuma

IQ testi

Bir kişisel gelişim sitesinden çaldım bu testi. Doğruluğu ya da neleri yansıttığı tartışılır ama sonuç kısmındaki sınıflama hoş :D İyi eğlenceler...

Aşağıdaki soruları tam 1 dakika içinde yanıtlamaya çalışın. Bir kağıt kalem alın ve cevaplarınızı not edin. Her soruya bir defa bakmaya çalışın oldukça ilginç ve güzel bir zeka testi…

Sadece biraz dikkat, hepsini çözeceğinize eminim.

Başarılar.

1. Bazı aylar 30, bazıları 31 çeker ; kaç ayda 28 gün vardır?
2. Doktorunuz size 3 hap verir ve bunları yarımşar saat arayla almanızı tavsiye ederse, ilaçların tamamını bitirmeniz ne kadar sürer?
3. Gece saat sekizde yatıyorum ve yatarken guguklu saatimi sabah dokuza kuruyorum kaç saat uyurum?
4. 30′u yarıma bölüp 10 eklediniz, kaç etti?
5. Bir çiftçinin 17 koyunu vardı. Sürüde salgın hastalık oldu, dokuzu ağır hastalandı, diğerleri öldü. Çiftçinin kaç koyunu var?
6. Sadece bir tek kibritiniz var, içinde bir gaz lambası, bir gaz sobası, ve birde mum bulunan karanlık ve soğuk bir odaya girdiniz… Önce hangisini yakarsınız?
7. Adamin biri dikdörtgen biçiminde ve her cephesi güney manzaralı bir ev inşa ediyor. Evi kocaman bir ayı ziyaret ederse bu ayı ne renk olur?
8. 3 elma vardı ikisini aldim. Kaç elmam var?
9. Musa gemisine her hayvandan kaçar adet aldı?
10. Chicago´ dan hareket eden 43 yolculu bir otobüs kullanıyorsunuz. Pittsburgh’da 7 yolcu binip, 5 yolcu indi. Cleveland’da 8 yolcu indi, 6 yolcu tuvalete gidip geldi ve 4 yeni yolcu bindi. 20 saat sonra Philadelphia’ya vardığınızda şöforün adı neydi?

Tebrikler bitirdiniz. Şimdi kontrol edin.

Şimdi cevaplar…

1. Hepsinde, tüm aylarda 28 gün vardır.
2. Bir saat.
3. Guguklu saatler gecegündüz ayrımı yapmadığı için 1saat.
4. 70 eder, yarıma bölmek 2 ile çarpmak demektir.
5. 9 canlı koyun
6. Kibriti
7. Ayı beyaz olur. Evin her cephesi güneye baktığına göre bina kuzey kutbundadır.
8. 2 elma
9. Sıfır, gemisine hayvan alan Nuh idi.
10. Şoför sizdiniz.

Değerlendirme:

10 doğru : Einstein seviyesi
9 doğru : Toplumla uyuşamayan psikolojik vaka
8 doğru : Mühendis
7 doğru : Üniversite öğrencisi
6 doğru : Lise öğrencisi
5 doğru : ilkokul öğrencisi
4 doğru : ilkokul öğretmeni
3 doğru : Lise öğretmeni
2 doğru : Üniversite Profesörü
1 doğru : Milletvekili
0 doğru : Vatandaş

19 yaşında mühendis

Evet, 19 yaşında. Birçoğumuzun üniversiteye yeni başladığı yaş oluyor. Esra Aydın, ilkokula 5.5 yaşında başlamış çünkü tutturmuş "Ben okula gitmek istiyorum!" diye. Liseyi özel bir okulda burslu okumuş ve Sakarya Üniv. Çevre Müh. bölümünü kazanmış. Üniversiteyi de 3 yılda bitiriverince, 19 yaşında mühendis ünvanını kazanmış. Haberin ayrıntıları burada mevcut.
Ben 21 yaşımda mezun olacağımı düşününce sevindirik olurdum kendi çapımda. E bu örneği görünce hevesim kursağımda kaldı. Esra'yı tebrik ediyorum tabi, büyük bir azim, helal valla. Belli ki zamanını öğrenci kalarak harcamak istememiş, kendi ayakları üzerinde durmak için çabalamış. Ama düşününce, üniversitedeki öğrencilik hayatını pek yaşamadı büyük ihtimalle. Çok sorumsuz, keyfine düşkün biri gibi görünebilirim bu yazıyla, ama o kadar da acelem yok sonuçta, okulu erken bitireceğim diye. Böyle sindire sindire, okuldan alabildiğim kadarını alarak, yaşayabildiğim kadarını yaşayarak normal normal 4 yılda bitirmenin nesi var? 19 yaşında mezunu görünce, lisede ve üniversitede 1'er yıl hazırlık okuyan arkadaşlar, hele de hazırlığı uzatanlar ya da ÖSS'ye iki kez girenler napsın? Zaten ömrümüz boyunca çalışacağız, bari öğrenciliğimi yaşayayım.
Biliyorum, keyfine düşkün biriyim sanırım, ama kimse kusura bakmasın. Bu benim tüketici, bilinçsiz, sorumsuz, tembel biri olduğum anlamına gelmez. Sadece gencim, o kadar :p

12 Haziran 2008 Perşembe

Neden?

Neden üzülürüz, neden kızarız birilerine? Neden sinirleniriz, hatta nefret ederiz? Biraz kendini beğenmişlik yaparsak, neden üzerler bizi, neden sinirlendirirler? Bile bile mi kızdırır bizi karşımızdaki? Daha doğrusu, kızacağımızı bilmez mi, bizi üzeceğini?
Büyük çaplı kavgalara, laf sokmalara, ciddi meselelere girmeyeceğim. Günlük olaylar boyutunda düşünmek istiyorum. Hayat bencillik üzerine kurulu büyük ölçüde. "Önce can, sonra canan" felsefesi. Tamam önce can ama, karşısındakini üzünce "can"ın yararına mı oluyor sanki? Tabi o zaman işin içine vicdan giriyor. Karşımızdakinde vicdan güçlü bir etkense ya da size biraz olsun değer veriyorsa, sizi üzmez. Üzecek birşey yapmak zorunda olsa bile, bir şekilde bizi kırmamaya çalışır ya da gönlümüzü alır.
Her zaman çıkarlar uyum içinde olsun diye bekleyemeyiz. Düşünceler uyuşmayabilir, hisler birbirini tutmayabilir. Ama neden bunların sonucu kırgınlıktır? Taraflardan biri çok mu inatçı olduğundan, kabul etmek istemediğinden mi? Yoksa "can"ını düşünen tarafın vicdansızlığı, kabalığı, düşüncesizliği mi sebep? Yoksa iki taraf da empati özürlü mü?
Keşke her zaman bir uyum olsa hayatta, kızgınlık, kırgınlık gibi kavramları sıfırlayabilsek. Tabi o zaman da hayat bayıcı olur ama ne bileyim, o zaman kızıp affedelim, kırılırsak gönlümüzü alsınlar geç olmadan. Tabi bu da aptal bir istek oldu, mazoşist biri olabilirim bilmiyorum; ama biraz atraksiyon için, ya da bazı şeylerin değerini anlamak için ideal bir çözüm.
Bu yazıyı acayip derecede sinirli ve morali bozuk bir modda yazdım belli olduğu üzere. Yine de, arada çoook büyük birşey olmadığı sürece, gönlümü almak çok kolay çünkü yelkenleri hemen suya indiriyorum :S Zaten her kızdığımıza ömür boyu kırgın kalsak ohooo, yandık :)Bunları yazınca dank etti, sanırım birtakım şeyleri kabullenmeyi, dünyayı her zaman istediğim şekilde döndüremeyeceğimi öğrenmem lazım. Eh yavaş yavaş herşey, o da olacak :p

11 Haziran 2008 Çarşamba

Tercih meselesi

60'lı yaşlarında evli bir çift evliliklerinin 35. yılını sakin, romantik bir restoranda kutlamaktadırlar.
Aniden önlerinde zarif ve güzel bir peri belirir ve şunu söyler:
- Bu kadar uzun bir süre örnek bir çift olmanız ve hep birbirinize sadık kalmanız nedeniyle birer dileğinizi yerine getireceğim.
'-Ah, ben sevgili kocamla tüm dünyayı görebileceğimiz uzun bir seyahat yapabilmek istiyorum' demiş kadın, sevgi dolu gözlerle kocasına bakarak.
Peri sihirli değneğini sallamış ve gerekli tüm uçuş, gemi, otel, yemek ve eğlenceleri içeren voucher'lar kadının eline gelivermiş.
Sıra kendisine gelince adam biraz düşünmüş ve:
- Evet, demiş, tüm bunlar harika ve çok romantik. Ama böyle bir fırsat insanın ömrü boyunca sadece bir kez eline geçer ve artık ömrümüzün sonuna yaklaştık. Kusura bakma hayatım,ama benim dileğim
benden 30 yaş daha genç bir karım olması.
Kadın ve peri oldukça büyük bir hayal kırıklığı içine düşseler de, dileğin yerine getirilmesi gereklidir. Bunun üzerine peri değneğiyle bir daire çizer ve... Adam 92 yaşına gelir!!!

( Alıntıdır ) Eh, böylesine müstahak =)

Mükemmel kadın Lisa


Bir kadını mükemmel yapan nedir? Güzel olması, sizi dinlemesi, güzel yemek yapması, sizi rahatlatması mı, yoksa dırdır etmemesi mi? Sanırım hepsi ve daha fazlası. Bu vasıfların hepsine birden sahip olanı bulmak zor mu göründü? O zaman bilim adamları sizin için çözüm bulmuş, sizi ona yönlendirelim. Mükemmel kadın Lisa artık bir tık ötenizde :D
Bir Japon robot firması geleceğin önemli sorunlarından biri olacak olan yalnızlığa çözüm olarak Lisa'yı üretmiş. Lisa yemek pişiriyor, alışverişe gidiyor, cep telefonunuza sevgi mesajları atabiliyor, yorgunluk giderici masaj yapıyor, ayrıca göze de hitap ediyor nispeten. Sarışın, esmer, kısa saçlı, uzun saçlı, tamamiyle sizin zevkinize hitap edebilecek özelliklere sahip. Perfect Woman Lisa'nın sayfasından siparişinizi verip 48 saatte müstakbel sevgilinize kavuşabilirsiniz.
Bu habere bayanlar hemen üzülmesin, erkek versiyonları da çok yakında piyasada olacakmış. Göreceğiz bakalım mükemmel erkek neymiş ve erkeklerin tepkisi ne olacak.
Benim asıl merak ettiğim, gerçekten bu duruma geldik mi? Dostluklar ya da sevgiler gerçekten bu kadar azaldı ya da imkansızlaştı da robot arkadaşlara mı kaldık? Robotun sunumlarında haberlerinde yok işte binlerce erkeğin yalnız olduğu falan savunulmuş da, ben mi dedim onlara yalnız kalın diye? Bulsaymış kendine birini; en ezikler bile bir sevgilisinden ayrılıp birkaç günde başkasını buluveriyor. Demek ki yok öyle bir sorun ortada. Arkadaş kısmına zaten girmiyorum, robot ne kadar muhteşem ya da insansı olursa olsun, arkadaş niyetine robot almak acayip komik geldi bana. Git kedi köpek al daha iyi, isterseniz Şerbet'i yollayayım 1 haftalığına. Madem erkekler dırdır eden kadından bıktı da robotlara rağbet edecek, denesinler de görelim sonuçları :D
Tabi yine de, robot cidden süper :p Ama evime en fazla hizmetçi niyetine alırım :) ( Erkek versiyonu çıkınca kararım değişirse bilemem ). Önyargılı olmak gibi olmasın ama, Lisa'yı "hayallerinin kadını" ( üretici firma böyle diyor ) gören şahıslara ( eğer olursa ) diyeceğim tek şey var sanırım: Zavallı.

8 Haziran 2008 Pazar

Çocukluk...


Yine alakasız bir yazıyla karşınızdayım :p Bu sefer esin kaynağım bugün bize misafirliğe gelen ailenin kızı. Edirne'de babamın iyi arkadaşı oluyor bu ufaklığın babası. Kendisi de 6 yaşında; adı Zeynep. Gün boyunca kızı izledikçe çocuk olasım geldi ( Aslında olup olmadığım da tartışılır ).
Zeynep yemek ve bilgisayar dışında tüm zamanını yavru pisilerimizle oynamaya ayırdı ( hemen hemen 4 saat, belki daha da fazla ). Allah nazardan saklasın, çocuk mutluluğun doruklarındaydı adeta :) Kedileri uyandırdı, sıkıştırdı, sevdi, annelerinin yanından alıp mıncırdı, kuyruklarından çekiştirdi, tutup sağa sola fırlattı, boyunlarından tutup salladı ( resimde de görüldüğü gibi ), vb. Tabi tüm bunlara pisicikler büyük sabır gösterdi; anneleri gıkını bile çıkarmadı. Acıdım kedilere :D Zeynep bütün gün şarkılar söyledi, otların böceklerin arasında gezdi, üstü başı çamur olmuş umursamadı, kedilerle eğlendi, bilgisayar oynadı, hayatını yaşadı yani. Ona bakıp bakıp özendim açıkçası: dünya yansa umru değil. Dalga geçsek ya farkına varmıyor ya da gülüp geçiyor; bağıra bağıra kendi bestelerini seslendiriyor; her yere oturup kalkıyor pis mi değil mi diye bakmadan. Ne bileyim, mutlu işte, rahat. Dünyevi dertleri yok hiçbir şekilde, kıskançlıktan çatlayan Şerbet'in kötü bakışlarını bile görmezden geldi :D Keşke onun kadar rahat ve mutlu olabilsem dedim içimden. Aslında zamanla gamsızlaşmaya ve bencilleşmeye başlamış biri olarak, çok da uzak değil bana rahatlık ama onunki bir başka. Hepimiz mutluyuz belki, memnunuz hayattan ama onunki bir başka saf, bir başka gerçek. Bir çocuğu izleyip de keyif almamak ve ona özenmemek zor bence. Sanırım hayatı doyasıya yaşayabilmek, ya da en azından yaşamdan zevk alabilmek için az ya da çok şu çocuğa benzemek lazım. Onun yaptığı gibi başkalarını fazla umursamamak, keyfince yaşamak, hatta cesur olmak ( kızımız çaktırmasa da o kedileri annelerine rağmen o kadar sıkıştırmak ve yılandan korkmasına rağmen tarlalara girmek onun yaşı için büyük bir cesaret örneği aslında ) birçok şeyi güzelleştirir sanırım. Bundan sonra fırsat buldukça kendi kendine eğlenen veletleri izleyip sırıtacağım =) Bir de çocuk ruhumu bir köşede muhafaza ederim herhalde.

7 Haziran 2008 Cumartesi

Hızlı konuşmak

Eheheh blog yazma olayının suyunu iyice çıkardım :D Canı sıkıldıkça saçmalayan insan moduna büründüm. Napayım, köyde canım sıkılıyor, yeni bir heves de bulmuşum. Maymun iştahlı biri olarak hiç de yadırgamıyorum bu durumu :p
Evde tek başıma oturup “Ne karıştırsam?” diye düşünürken, hızlı konuşmanın sebeplerini araştırasım geldi. Tabi bu cümleyi gören bana manyak der hiç çekinmeden; haklı da :D Durduk yere çıkmadı; insanlar çok hızlı konuştuğumu söylüyor :s Son 1 haftada babamdan aldığım uyarıları sayamadım; ondan önce de msnde ya da telefonda konuşurken aynı ikazları yapıyordu sağolsun. Ben de farkındayım; hızlı hızlı konuşuyorum, bazen kelimeler yuvarlanıyor anlamsız bir hale geliyor falan. Empati kurmaya çalışınca hak veriyorum karşımdakine, hakikaten anlaşılmıyor.
Nette ufak çaplı bir araştırma yapınca karşıma gelenler ilginç: Kimileri demiş, bu hızlı düşünmenin belirtisi =D Bazı insanlar normale göre daha hızlı düşünüp, bir de bunların hepsini birden anlatmaya çalışınca sonuç bu oluyormuş. Mantıklı =) Öte yanda, bu durumu psikolojik sorun tarafına çeken de var =( Depresyon, mani veya stres belirtisi olarak hızlı konuşmak gösterilmiş. Bu da mantıklı gelebilir bir nebze. Kimileri doğuştan hızlı konuşur ki onların depresyonda olduğunu düşünmek saçma. Adam doğuştan mı depresif yani? Benim gibi sonradan hızlananlara gelirsek, gidip de 1-2 aylık bir hızlılığım yok :p Tamam doğuştan da değilim ama son birkaç yıldır vardı da son zamanlarda biraz daha ehil oldum :D
Bir arkadaşımız da bunun sebebini hızlı düşünmenin yanı sıra, kendini ifade edemediğini düşündüğü için bireyin düşündüğü her şeyi birden anlatmaya çalışması olarak değerlendirmiş. E bu da mantıklı geldi. Gerçi bu şahıs bilimsel bir veri sunmamış; onun için çok bir yorum yapmayacağım ona. ( Diyene bak, ben çok Descartes kılıklı biriyim sanki )
Açıkçası, stres belirtisi olarak hızlı konuşmak mantıklı çünkü fazla adrenalin, heyecan derken konuşma da hızlanır haliyle. Ama sonuçta bu, stres ve heyecanın devamı boyunca geçerli olsa gerek, on ay boyunca kesintisiz stresli kalacak değilim ya :S Kişilerin beyninin çalışma hızı konuşmalarına da yansır bence. Tabi en büyük faktör -ne kadar hızlı düşünürseniz düşünün- çenenizin kuvvetli olması :D Nitekim benim çenemin güçlülüğü birçok merci tarafından onaylandı, biraz da beynimin hızlı çalıştığını göz önüne alırsak, neden hızlı konuştuğum anlaşılır herhalde…

6 Haziran 2008 Cuma

Kenadie: Dünyanın en küçük kızı


Kenadie Jourdin-Bromley. Dünyanın en küçük kızı. 2003'te doğmuş ve doğuştan cücelik hastalığına yakalanmış. Daha doğmadan önce, ailesi ve doktorlar bir problem olduğunu görmüşler ve doğduğunda da küçücükmüş. Her ne kadar ilk geceyi atlatabilmesi beklenmemişse de, 5 yıldır hayata sıkı sıkıya tutunmuş bu ufaklık ve görenleri de hayrete düşürüyor. Bundan sonra çok fazla gelişmesi beklenmiyormuş Kenadie'nin; ama ailesi bunu ona hiçbir şekilde hissettirmiyor. Anne-babasından gördüğü ilgiyleher gün daha bir mutlu oluyor ve kendini dışlanmış görmüyor.
Bu kızın haberini okuyunca, her gün ne kadar şükretmem gerektiğini bir hesaplayayım dedim. Bayaa bi teşekkür etmem lazım, hem de bayaa bayaaa. Kendimi onun yerine bir koyayım dedim; olmadı, beceremedim. Dışarıdan bakmak kolay ama yaşamadan hissedebileceğimi sanmıyorum. Daha kilom 53'ten 54'e çıktı mı "Amanııııııın kilo aldım diyet yapmam lazım" diye bağrınan ben, kilom 53 iken "Amaaaan kilo da neymiş, önemli olan kendinle barışık olmak, ha 53'üm ya 73" diyordum :S Onun için; bir kere daha birtakım dış özelliklere ya da hayattaki engellere takılıp kalmamam gerektiğini bilinçaltıma sokup, bulunduğum durum ve sahip olduklarım için tekrar tekrar Allah'a teşekkür ediyorum.

Kızımızın web-sayfasına bakmak isterseniz: http://littlekenadie.com/main.html

Aksaray ağzı :D

Aksaraylı arkadaşımız Sultan facebook'ta bir liste yollamış: Aksaray ağzıyla sözcükler. Trakyaca sözlükten sonra bunu da görüp yazmazsam ayıp olurdu. Aslında listedeki birçok sözcük Aksaray'a özgü değil bence, Trakya'da da var aynıları. Eminim başka yerlerde de vardır. Özellikle nesnelerin adı yerine markasını kullanma olayı tamamiyle milletimizin ortak malı :) Ya da "hıyar, ikis" falan yöresel birşey değil ve "bıldır" Trakya'da da var.
Mehmet şimdilik bununla idare et ama en kısa zamanda trakyaya özgü birşeyler daha yazacağım :D

-Aksaray Ağzı Sözlüğü-

kaçıl:çekil
kulakçalık:kulaklık
mücümlü : lüzumlu
mücümsüz : lüzumsuz
tiyerlik : bere
gapalı bazar : Pazar günü
açıkh bazar : Pazartesi
kiyat : kağıt
ileençe : leğen
ilahna : lahana
gakh : kalk
essah mı? : gerçekten mi?
peşgir : havlu
zumzuuunan : yumruk ile
cullukh : hindi
zoba : soba
çencere : tencere
öösür : öksür
diynanan : deynek ile
hışır : naylon torba , saman anlamınada gelir
ikis : x
kölke : gölge
İleonarşi , ilaşi : Ele güne karşı
Dinama: su dinamosu
Motur: traktör
Bek fiyetli: Çok pahalı
Di baam: Söyle bakalım
Ayhan bi caara virele: tercümesi yok bunun :)))
Höörmek: İşgörmek
O deal ellaam: O değil galiba (Ortaköy)
Hakget?: Hakikaten mi?
Kötelemek: itmek, vurmak
Böğrüne depiğinen girmek: Bir kişinin yan tarafına tekme atmak
Kakışmak: kavga etmek
Tosmalamak: Çok yemek yiyince rahatsız olmak.
obiyaaşşi: ele güne karşı utanılacak durumda olmak.
gayri:artık
toklu:1 yaşındaki koyun
yadeyse:yoksa (köpea görüncü kaçtın kaçtın yadeyse arka taraf un eleene döner)
savuşturmak:yolcu etmek (geçen bizim dayoğlunu savuşturduk, askere giderimiş de.)
eyov:seslenmek için kullanılır( eyooovv leeeennn...)
mayış:maaş (kaç lira mayış alın ya?)
saftrik:şaşkın, manyak manasında kullanılır
cara:sigara (ilk ''a'' uzun söylenir)
carı:çabuk
paşaport:pasaport (eskiler kullanır genelde)
şorda:''şurada'' demek yanlış olur.Çünkü daha uzakta bir yer tarif edilir bu kelimeyle..
dotdiri:şalvar
gıyadalamak: aralamak
dörtmek:sürmek (ana şu ekmeğa bi salça dörtüvir.)
parçı:maşrapa
ağpakla: kuru fasulye
kerme: tezek
aspap:giysi
fanile:elbise
firek:domates
gırmızı:domates
abov:şaşma
kiri:eşek yavrusu
keneflik:tuvalet
firik(kibarcası ferik):ikinci avrat(hanım,eş)
olçum:çok bilmiş(örnek kullanım: şu sıpa nadar olçum:=)
devrambel,devramber:ay çiçeği
çörten: su oluğu
ödek:korkak
ellam:sanırım,heralde
pürçüklü:havuç
emi:tembih etmek için kullanılır( ebeyin uçkurunu ilmekle emi)
ilmek: düğüm,bağ
ebe:nine
bıldır:geçen yıl(bıldır alamancılar geldiğinde balık yimiye gitdiydik.)
könbe,kombe: tepside hamurun kabartılarak ve üstüne yumurta sarısı sürülerek yapılan yumuşak ve datlı bi çörek.(”sabah annem kömbe çekerdi bi tepsi yirdim valla güccüken” gokbey h.)
bocut:su testisi (tarlıya giderken bi bocut su alalım susarık)
dimi:kadın şalvarı,avratların giydiği fistan
lavgar:çok konuşan,çenesiz(”ürüstem emmi nadar lavgar”,”lavgarlanma gız yimea yakacın”)
çetik:havalı ayakkabı,terlik(küçükken çetik giyerdim,altı ince oluyo ya ayağıma çalı battı 10 gün yürüyemediydim.)
nörüyon: ne yapıyon (olum nörüyon len)
kümpür,battis:patates
çömçe:kepçe
entare:etek
hıyar:salatalık
zerdeli:kaysı
güvarcin,güvencir: güvercin
ibik: gaga
gebeş:şişman
seklem:çuval
heye:evet
zobu:iri yarı
hincik,hinci:şimdi
hedik:kaynamış buğday
zembelek:kapı tokmağı
işlik:gömlek
tınaz: sürülmüş saman
yumuş:hizmet (yumuş buyurmak)
nörüyon irkeem:nasılsın
işdaa,aha:işte orda (len olum kocaa davarı görmüyonnu işdaa orda..)

-Aksaray ağzında zaman ekleri değişik kullanılır ve aradaki en az bir harf yutulur ve onun yerine arkasındaki harf uzun söylenir:
''zabaanan(sabah) aaşamınan(akşam) aaşamaca(akşama kadar)''

-K harfi g olarak okunur:
''nöördün gız, gırk (k kelimenin sonunda ise genizden bir K söylenir)''
Bunun gibi daha bir çok harf değiştirilerek söylenir:
''cöp televonu,yörü,...''

-Başka şehirden birine göre sempatik ve bir o kadar da kaba bir ağıza sahibiz.Aksaraylıların sohbeti saatlerce sıkılmadan dinlenebilir.Her konuşma espriyle ve el-kol hareketleriyle süslenir ve bu da sohbete ayrı bir tat katar.

-Aksaray ağzında bazı nesleneler veya yiyecekler markalaşmıştır:
''Tursil (deterjan),milangaz(tüp)..''

( Sultan'a teşekkürler tekrar :) )

5 Haziran 2008 Perşembe

Şerbet


Evet, konum Şerbet; çok sevgili biricik şebeleğim. Yanda görülen tipsiz tüylü varlık, çevremdekilere anlata anlata bitiremediğim, insanlaşmaya başlamış "küçük kardeşim" oluyor. Bu aralar çok güldürüyor beni sağolsun.
Bu it ( ona "it" dediğim için bana kızanlara inat, "it", "it", "it" ), abimle ben artık evde olmadığımız için evin çocuğu muamelesi görüyor ve bu ilgiyle gitgide insansı tepkiler vermeye başladı. Hayvan bildiğin konuşuyor :s Tabi onu konuşmaya iten ne? Sonuçta ihtiyaç duymuş ki normal köpek vasıflarıyla anlatamadığı derdini bu şekilde anlatmaya çalışmış. Derdi kocası :D Kocasının yanına gitmesine izin vermediğimiz için bize yalvarıyor "N'olur beni dışarı saaal!" diye =D
Sabah saat 8 mi ne, bir ses: "ııııı mıııı uuu ıııı nıııı" abuk subuk inlemeler. Bir baktım Şerbet dikilmiş, bana dert anlatmaya çalışıyor garibim. Kocası kapının önünde bekliyor anlaşılan. Tabi salmadım itimi ( Aslında çok eğlenceli ya, zavallım acı çekiyor ama ben acayip zevk aldım eheheheh ).
Şimdi düşününce, nasıl birşeydir bu? Sonuçta insan değil kızımız, ortada nikah falan gibi kavramlar yok; sosyal baskı desen zaten yok; nedir bu inat? Nolcak, hanımı geren birşey yok çocuk konusunda. Tabi yavrulara biz bakıyoruz, hanımefendi işini biliyor ( Yavrularıyla ondan çok biz ilgilenmiştik, anne olmayı da bilmiyor ya :S ). Şimdi anladım, içgüdü çok kuvvetli bir dürtüymüş. Allah yaratırken hepsine vermiş anne olma içgüdüsünü en güçlü haliyle, doğal yaşamın işleyişi ne kadar da düzenli ve hesaplı - tabi bizimki ve kocası doğal yaşamdan biraz uzak kaldılar ama özlerini korumaya çalışıyorlar-.
Bir de merak ettiğim, hayvanlar arasında aşk diye bir kavram var mı acaba. Kocası olacak köpek kapının önünden gerçekten ayrılmıyor, kovmaya bıktım ama gerçekten aşık mı acaba? Gerçi aşıksa da yazık; bizimki çatlak daha başta, herkese yüz veriyor. Hayvanlar arasında sevgi ve çıkara dayalı ilişkileri en kısa zamanda araştırmalıyım sanırım çünkü Şerbet'e bakarak gözlem yapmak saçma.
Ne olursa olsun, imkanı olan herkese tavsiye ederim. Ev tipi, küçük bir köpek acayip komik ve eğlenceli :D

Gerçekler










Yaşama anlam ve boyut katan "iki şey"

Bir e-postayla gelmişti bunlar bana. İnsanın kendine gelmesine yardımcı oluyor.

İki şey "Kalitesiz İnsan" ın özelliğidir :
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer :
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek
İki şey yanlış yapmanı engeller :
1 - Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı "Nitelikli İnsan" yapar :
1- İradeye Hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak
İki şey "Ekstra Değer" katar :
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek
İki şey geri bırakır :
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik
İki şey kaşif yapar :
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar :
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak
İki şey başarının sırrıdır :
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek
İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır :
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık
İki şey milyonlarca insandan ayırır :
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve herşeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek
İki şey gelişmeyi engeller :
1- Aşırılık (mübağala, abartı, ifrat, tefrit)
2- Felakete odaklanmış olmak
İki şey çözüm getirir :
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)

Beden dili ve sosyal çevre

Geçenlerde - ki bu tam da final döneminin ateşli zamanına denk geliyor - beden dili üzerine bir kitap okudum. Bende böyle bilinçaltıymış, beden diliymiş, psikolojiymiş, sayısallıktan uzak şeylere karşı hafif bir merak var. Kitabın adı Beden Dili / Davranış Anahtarı ( Otto Schober ). Açıkçası çoook da süper bir kitap diyemem ama az çok birşeyler öğrendim. Kitapta bir konu vardı ki, beden dilinin sosyal yaşamda cinsiyete göre anlamları ve etkileriydi. Okur okumaz Ayşe'ye ( ömrümün son 2 yılının 3/4ünde beni yalnız bırakmayan candan şahıs ) anlattım çünkü ilginç geldi yazılanlar.
Schober'e göre, günlük yaşamda kadın ile erkeğin bedensel olarak kendini ifade etme yöntemleri farklıdır ve eğer bunlar aralarında yer değiştirirse, yanlış anlaşılmalara yol açar. Örneğin, bayanlar genelde bacaklarını toplayıp ( dizin üzerinden bacak bacak üstüne atıp ), kollarını çok yaymadan, daha az yer kaplayarak oturur. Duruşlarında ise genel olarak bir sığınma, korunmaya ihtiyaç duyma, kendine bir destek arama ifadesi vardır ( resmen ezik demiş bayanlara :@ ) Erkeklerde ise bayanların aksine, ayak bileği diz üstüne konarak bacak bacak üstüne atma, geniş yer kaplayarak ( yayılarak :D ) oturma genel duruştur. Bu tip duruşlar da güçlülük, baskınlık, yönetmeye yatkınlık gibi anlamlar içerir. Eğer bir erkek bir bayan gibi oturursa ( kollar-bacaklar toplanmış ), yanlış anlaşılır ve genelde bu tip erkekler toplumda eleştirilir. Bayanlar da bir erkek gibi duracak olursa, bu gerek erkekler gerekse bayanlar tarafından ters karşılanır.
Şu ana kadar yazdıklarım aklıma yatıyor. Ama takıldığım nokta şu: Biz bayanlar hep ezik gibi mi durmak zorundayız yani??? Eğer gücün simgeleri dimdik ve bacakları omuz hizasına kadar açık durmak, mümkün olduğunca çok yer kaplamak, kollarını bacaklarını toplamamaksa, ve kadınların erkek gibi ( yani dominant karakter gibi ) durması başkalarının - özellikle de erkeklerin :D - hoşuna gitmiyorsa, biz nasıl kendimize güvenimizi ifade edeceğiz? Genel olarak erkekler kendine fazla güvenen bayanları sevmezler, bayanlar da bir erkeğin korumasını hissetmekten hoşlanır, iyi güzel. Ama toplumda kendimizi kabul ettirirken duruşumuzu kullanamayacaksak, yarışa arka sıradan girdiğimiz anlamına geliyor bu! Yazık değil mi bize??? ( feminist gördüm kendimi :p )
Bunlara rağmen, aslında bu tip geleneksel yaklaşımın nispeten azaldığını düşünüyorum.Şu ana kadar çok şükür "şöyle oturuyorsun, böyle duruyorsun" siye tepki almadım pek ( Alsam da bana ne, ben rahatım hıh! ). Bayanlar sosyal yaşamda daha da aktifleştikçe, bu tip kriterler ana belirleyiciliğini kaybediyor sanki. Zaten kaybetmezse, yeni nesil kızlar ne iş bulur, ne de koca :D

Hayat dersleri

Hepsini uygulamak bazen zor da olsa, kendimize ilke edinebileceğimiz birkaç nokta... ( alıntıdır )


* İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.. Unutma; gerçek sevgi tanıdıkça büyüyen sevgidir.

* Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma, acı çeken sen olursun.

* İyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düşün.

* Güvenmediğin biriyle asla flört etme.

* İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.

* Sır tutmasını bil.

* Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı. Sevgilin için dostlarını, dostların için sevgilini satma.

*** Hak ettiğin sevgiyi alamadın mı? Kendini üzme, sorun sen değilsin.

* Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.

* Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et. Aradaki çizgi çok incedir..

* Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma.

* Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.

* Kendini öven insanlardan kaç. Seni öven insanların samimiyetini gözden geçir..

* Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.

* Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.

* Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme.

* Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üstüne sıçrar.

*** Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma.***

***Göz yaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.***

* Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.

***** Kendini sev.*****

* Dışarıdaki güneşe bakarak gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.

* Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma.

* İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.

* Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme.

* İstediğini almak için hiçbir zaman duygu sömürüsü yapma.

* Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme..

4 Haziran 2008 Çarşamba

Bir masal...

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu,öbürü
mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha
karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz
zaman aldı ama sonunda başardılar.
İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.
Delikanlı arkadaşında kaldığı
için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini
görebilmek için,her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o
durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre
sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki
yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar.
Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar
olduklarında da hep mutluydular.
Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para
kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek
uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri,
yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri
çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi
olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"
diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini
büyüttüler..."Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adama
"Hayır,ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve
geldiğinde,aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,
"Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında
başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi
sakın unutma" Mutfaktaki masadan,salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya
okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en
sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı
akarsa aksın, işleri ne
kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı
bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya
karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul
etmeye
başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev
aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken,
harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne
dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harikabir ev
yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan,
martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen
istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam.
"Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para
olursa olsun,burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını
bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün,
her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında.
Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.
Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek
için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç
beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en
iyisi o evi unut..." Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da
acı, daha da çekilmez
gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için
yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil
döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer
değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu
kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun,
gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert
yanarken,"Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti
arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç
birkadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar
arabaya....""Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı
kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün,
öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri
masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı
hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde
ağırladıkları
kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez,
bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de
yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkâr etmedi adam. Zamanla
duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık
aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden.
Kapıdan
çıkarken, "sonbir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın,
"defol" dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk
hikâyesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle
ayakta kalmaya çalıştı
kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen
yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri
geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin
alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu
söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla
çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadınıgördü.
"Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." Dedi genç
kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir
şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir
senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibionunla
birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için,
benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte
Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı..
Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi
görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı
beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden
akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek
istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi.
İtinayla katlanmış bir sürü kâğıt duruyordu kutuda. İlk kâğıtta, "Lütfen
bütün notları sırayla
oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten
hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini
bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni
istiyorum."
"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kâğıdı eline alırken, kutuda bir
anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kâğıtta şunlar yazılıydı: "Sahildeki
evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla
kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...

( alıntıdır )

->Kimsenin yaşadıklarına lafım yok ama, neredeyse imkansız görünüyor bana. Keşke hepimiz bu masalın içinde hastalık olmayan kısmını yaşayabilsek...

Trakyaca sözlük

Trakyalı tarafımı bilenler durmadan dalga geçiyor benimle bu aralar; bolca "be yaaau" kullanıyorum diye. Her ne kadar "Edirneli değilim ben!!!" diye bağrınsam da, ister istemez kaçıyor ağzımdan napayım. Ama ben asıl Trakya halkının yanında solda sıfır kalıyorum. Neden mi? Henüz alttaki örnekleri kullanacak seviyeye yükselemedim çünkü. Artık bana çingene diyenlere bunları hatırlatacağım :D

********************************************************************
Erkes iyi ürensin.sonra afallamayasınız be yaaa....

********************************************************************


Kızan (i): Çocuk, genç manasında...
Talika (i): Tamamen ahşaptan yapılma at arabası...
Pırkalamak (e): Kurcalamak, dürtmek...
Safi (i): saf, arı...

(i): isim (e): eylem

BİKERETTE: bir işi tek seferde yapmak,
PILİK: bir yarışmayı aynı anda bitirmek veya aynı miktarda iş yapmak.

Maacır: Muhacir
Aydamak: sürmek (araba-bisiklet)

AYKIRLAMAK = BİR İSTİKAMETE YÖNELMEK, YÖNELTMEK.

PEÇKA = ER YERDE KUZİNE DİYE BİLİNEN DÖKME DEMİRDEN YAPILMIŞ SOBA - OCAK - FIRIN NİTELİKLERİ TAŞIYAN KENDİ ZAMANININ TEKNOLOCİ ARİKASI. GÜNÜMÜZDE -ALL İN ONE- DEYE TABİR EDİLEN KOMPLİKE AYGITLARIN, GEÇMİŞ DÖNEMLERDE PEÇKADAN FEYZALINARAK ÜRETİLDİKLERİ SANILMAKTADIR.

KUFA = KOVA

ARETLİK = AHİRETLİK

tevekel:saf,salak(sakil)
pate:misket
şam şeytanı:cin fikirli

SIPITMAK:fırlatmak,atmak,fıydırmak
ÇAVA:yabancı insan
RASPİSKA:adı bilinmeyen herhangi bir nesneye verilen isim
MUK:susmak,eylemsizlik


eyyyy : bir seslenme biçimi (tehditi ifade eder)
kadam : kardeş
aga : abi
purnik : meyhane =)
pangallik : çayır, çimen, meralık
mari; mara : bir hitap sekli :D
gündöndü : ayçiçek
ampir : salak, sersem
şaşor : şaşkın, sakar
mokar : allaaan öküzü :öküz yani
eeeeh kızana gene dikizz : ey çocuk herseydende haberin var seni senii
kapçık ağızlı : agzinda bakla islanmayan, çat çat herseyi soyleyiveren
epten aykırı gidersiin : çok entelsin
yaparım seni kırmızı sekiz : doverim seni bi benzeride eyyy kirrim seni kizan
su singili : uzun boylu :)
langır langır : boş boş, alık alık
kendiliksiz : aklı başında olmayan
kotirik : çardak çatısı ( örnek: kotirikleri alçak olmuş onun be yaa )
tırıldama : kafami şişirme


te/ti orda = işte orada
kaptır burdan = bu yoldan devam et

bızıklamak = kurcalamak, karıştırmak

akıttı pale = korktu lavuk manasında

gideymişsin/geleymişsin: gidicekmişsin/gelicekmişsin (trakya geniş zaman)

inge:yenge ( örn:fatme inge )
ayda bakalım: arabayı sür demek
annadın mı
?
tarlaya kabak eve pomak sokmacan be gülüm
apolye
:hoparlör ( örn:te bu apolyelerden kafam şişti
)

püskümüt: bisküvi

nabüsünüz: napıyosunuz
üşüüüzz biz :üşüyoruz biz
yok bo olummm :kız çocuğa da erkek çocuğa da aynısı denir
mıstakil: çok uygun,güzel
aayırr ba abacım: hayır ablacım
te burda beyaa nere baküsün

bıyyy: şaşırma ünlemi

kaç öte be eyyy: park yeri isterken
çok kaçüyü mü bu araba be aganın: bu araba saatte kaç km hız yapıyo?
te bu tarlaların epsi benim: mal varlığı beyanında
domatiz: domates
iç üzmiyelim birbirimizi at kulağına bağlayalım bu işi: pazarlık yaparken
sefte: ilk

Bıldır : Bir önceki sene. Örn: Bıldır maasülat (mahsul -ürün-)

İLİSTRE: KEVGİR
İLMON:LİMON
ABU: HALA
KAÇIM KAÇIM: TELAŞLI
FASLE :FASULYE
CİLİ: MİSKET
PAYSINMAK: KENDİNE PAY AYIRMAK

ap diye yutçak b.k diye s.ççak : karı kocadan biri çok zayıf, diğeri çok iri kıyımsa

ayat: Hayat ( h yok )
Ava: Havva isminin yöresel telaffuzu.
Atçe: Hatice
Sabii: Sübyan çocuk.
Aade: Haydi (Hayde)


Bölgede, diğer aklımıza gelmeyen, tüm 'H' ile başlıyan kelimeler deformedir.


Vesselamvessepet : Efendime söyleyeyim yada kısacası, özetle.

MOTOR: Trakyada traktör anlamında kullanılır, başka yerlerde olduğu gibi motosiklet değil.

BU KIZAN ÇOK FENA MOTOR AYDUYÜ BE!: çocuk çok tehlikeli ve hızlı traktör kullanıyor.

somağına kodu mu yamulursun.. ( somak : çene )


Merhaba

Evet, artık ben de blog furyasına geç de olsa katılanlardanım sanırım. Herkese merhabalar :)