18 Ağustos 2009 Salı

Constantinopolis vs. Angora

Ne çok karşılaştırılır şu iki şehir. Ekşideki yorumları okuyorum da, Ankara başlığı altında bile garibim şehir hep İstanbul’la kıyaslanmış. Kardeşim Ankara’yı tasvir edin tutup “aaa denizi yok” diye yereceğinize; onu da başka başlıkta yazın ne olur sanki! Tabi bunu dememe rağmen ben de kıyas yapacağım; ama en azından benim başlığım bu :D

Bursa’da büyümüş biri olarak, 3 yıldır Ankara’da öğrenci hayatı yaşıyorum. Son 1 aydır da İstanbul’dayım staj bahanesiyle. Ankara’ya gidişim ve alışmam zor olmadı; liseyi yatılı okumamın ve Ankara’nın Bursa’dan büyük olması sayesinde.”Iıııyy Ankara’ya gidip napçam orda” demedim lisedeyken; ama son iki yıldır şunu hep tekrarlıyordum: “Büyük konuşmak gibi olmasın ama, İstanbul’da zorunlu kalmadıkça yaşamam. Kalabalık, yoğun trafik, pahalı, bilmem ne…” Peki şimdi? Eee şeey kem küm, “Ya iyi maaş alırsam neden olmasın? Hayat burada, eğlence burada, manzara burada oh mis” :D Ne kadar büyük konuştuğumu seneye göreceğiz bakalım…

Her ne kadar İstanbul’un kış halini gerçek anlamda görmemiş olsam da (periyodik akraba ziyaretleri dışında), yeterli zaman geçirdim burada kanımca. Ne gördüm?

- Gezeceksiniz burada arkadaş! Ben gezemedim, siz gezin. Haftasonlarını boş geçirmeyin hazır olanaklar varken. Milyon tane konser festival var, gidin bolcana.

- Yaz trafiği katlanılmaz değil ama yine de insanı sıkıyor. Arabanın her dur kalk yapışında benim cinlerim tepeme çıkıyor, sonra babam benim sinirli halime katlanmak zorunda kalıyor. Kışın durum nedir bilmek bile istemiyorum.

- Boğaz güzel şey tabi :D Manzara manyağı biriyseniz, deniz olmadan asla diyorsanız tabi ki İstanbul. Nitekim muhabbet ortamında bile susup manzara izliyorum (sonra insanlar beni sıkıldım sanıyor); dolayısıyla benim için de ideal yer olabilir burası.

- Hayat dolu bir şehir tabi İstanbul. Sokakta sevindirik sevindirik gezmek için bahaneniz çok, insanları izlemeniz bile yeter bazen. Tabi kapkaç, it-kopuk korkusu yanında eşantiyon. Ama belirli yerlerde zaman geçirdikten sonra o kadar da kötü olmasa gerek burada yaşam.

Ankara’dan da bahsedelim. Zamanımın çoğunu kampusta (Bilkent) geçirdiğim için çoğu öğrenci kadar bilmeyebilirim Ankara’yı. Ama şunları söylemeden geçemem:

- “Hocam” kelimesine alışın. Siz “hocam”sınız. (Türkiye’nin çok yerini görmüş biri olan babama anlattığımda o bile şaşırmıştı :S). Benim hoşuma gidiyor artık bu sıfat :D

- Kızılay pek temiz değil, kaldırımlardaki çöp yığınları ve tabi ki kokusu karşısında afallamayın.

- Üst geçitler aynı fabrikadan çıkmış; özellikle Eskişehir yolu boyunca. İyi mi kötü mü bilemedim, ama ışıklandırılmış versiyonları Boğaz köprüsü özentisi gibi duruyor.

- Belli bir saatten sonra sadece şahsi arabanız ve taksiler var (ya da varsa motosikletiniz), metroyu otobüsü unutun. Hatta ve hatta 19.30’dan sonra Bilkent minibüsü yok, diğer minibüsler de 12'ye kalmıyor olsa gerek. Bursa’da bile nöbetçi minibüsler vardı, sabah 5’e kadar çalışırdı.

- Adım başı alışveriş merkezi var Ankara’da. Hatta bunların çoğunun adı “A” ile başlar (son yıllarda bozuldu kural). Bu kadar talep var mı bunlara halen merak içindeyim. Şahsen gittiğim alışveriş merkezi sayısı sınırlı, onlarla da gayet mutluyum.

- Bu kadar yerdiğime aldanmayalım. Sonradan yapılanmış olmasının yararı, yollar oldukça düzenli. Garip garip ara sokaklar, daracık yollar yok öyle. Rahat rahat bulursunuz aradığınız yeri.

- Trafik tabi ki rahat İstanbul’a göre. Ankara’da da trafik tıkanır tabi ki, ama bu işkence halini almaz en azından. Tabi eylemler sebebiyle Sıhhiye civarı sıkça kapanır, ona alışmak lazım.

- Kızılay pek hoş bir yer değildir belki gezmek için, ama takı, ıvır zıvır, kitap, bilumum öğrenci ihtiyaçları için Olgunlar ve Kızılay öncelikli uğrak yeridir. Gece Kızılay’da olmanız gerekiyorsa dikkatli olunması tavsiye edilir.

- Bahçeli güzeldir, 7. Cadde muhteşemdir. Gidin trivial pursuit oynayın, bir şeyler için, geyik yapın. Kasada sıraya girmeye üşenmiyorsanız Mango’ya girin, indirimden faidelenin.Hobby'ye gidip hesap kitabının arkasına birşeyler karalayın; Limonlu -pardon limanlı- bahçede doğumgünü kutlayın klasikleşmiş ince sesli pop vokali eşliğinde.

- Tunalı ve Bestekar tercih sebebidir çoğu zaman. Ama ne tarz eğlence istediğinize bağlı olarak Sakarya da gayet ideal olabilir.

- Ankara soğuktur; hatta ilgilenenler için Bilkent şehir içinden daha da soğuktur (bkz. kartal yuvası). Öyle ben Bursa’dan geldim, İzmir’den geldim, atkı takmam falan yok; paşa paşa sarınacak, kat kat kat giyineceksiniz (kat kat değil, dikkati çekerim).

- Memur şehri, soğuk insanlar kenti vb. yorumların doğruluk payı var ama o kadar da korkunç değil; abartmayalım. En azından bakışlarıyla rahatsız eden insan oranı birçok şehrimize göre düşük Ankara’da (Edirne’den bile düşük).

- Beşevler'de Seyir Kafe'de haftasonu brunch'a gidin ve içebildiğiniz kadar ahududu suyu için :D

Aslında bu iki liste de çok genişletilebilir ama hem üşendim, hem yazı çok uzuyor, hem de İstanbul’u hala o kadar iyi keşfedemedim. Ama şunu biliyorum ki, iki şehir de tercih etmek için ayrı güzellikler barındırıyor. Şahsen ben kararsızım mezun olunca ne yapacağım konusunda. İstanbul-Ankara arası gidip geliyor beynim. Eğer Ankara’dakine oranla daha iyi maddi durumunuz olacaksa İstanbul’da (maaş-pahalılık oranı açısından), işinizle eviniz yakın olacaksa ve trafik sizin için sıkıntı değilse, İstanbul’a yerleşmemek için bir sebep göremiyorum aslında (tabi eş dost, aile, sevgili faktörleri hesaba alınmamıştır). Ha yok ben huzura düşkünüm, gezme meraklısı da değilim, 3-5 kafe, 1 alışveriş merkezi, 2 göl kenarı yeter diyorsanız Ankara’dan ayrılmayın.

Unutmadan, Ankara’da yaşanan öğrencilik yılları gayet de eşi bulunmazdır (Reginae üyelerine selamlar). Elinizdekilerle de gayet eğlenceli, yeri geldiğinde saçma :D, ama bir o kadar da dolu dolu yıllar geçirebilirsiniz. Yeter ki elinizdekilerden şikayetçi olmayın, aşti gibi istisnalara rağmen :D

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Eyvah, okul bitiyor!

Hatırlatma: Bu yazı, 4. sınıfa geçmiş bir üniversitesi öğrencisi tarafından yazılmıştır.

Tarih 17 Ağustos 2009. Böyle yazdım diye yazının konusu 1999 İzmit depremi sanılmasın (10 sene önce depremde sevdiklerini kaybedenlere başsağlığı diliyorum tabi buradan); ne zamandır blog yazmadığım için biraz durum değerlendirmesi tadında olacak yine.

Tarih demiştim en son. Çoğunuz hayıflanıyorsunuz şu an, “ühüüüü yaz tatili bitti, yine okul”, “pöf yıllık izin niye bu kadar kısa” şeklinde. Tatilimin yetmeyişi bir yana, benim sıkıntım başka: Okul bitiyor :( Okulun başlamasına can atan biri değilim ama (Son senemin ne kadar yoğun olacağını hatırladıkça afakanlar basıyor ), mezun olmak istemiyorum. Okul ne rahatmış arkadaş! “N’alaka ya, git çalış ne güzel paranı kazan hayatını yaşa, ödev yok sınav yok” diyebilirsiniz. Evet para kazanmak son derece albenili bir olay, akşamları ödev yapmamak son derece keyifli. Ama sabah 7 bile olmadan kalkmak, her sabah köprü trafiğine katlanmak, bütün gün bilgisayar başında oturmak, akşam da yoğun trafiğe yakalanmak, monoton hayat (burada monotonluk kavramı kişiye bağlı olarak sıfıra inebilir) o kadar da cazip gelmiyor bana. Tamam kaçış yok bundan, ama geciktirilebilir de :D Şöyle okul sadece 1 sene uzasa ne hoş olur mesela. Genç nesle diyebileceğim tek şey, okulun tadını çıkarın, seneye kaybetmeyeyim mantığıyla hazırlık atlamayın, kalabildiğiniz kadar kalın üniversitede. Genç nesil demem de yadırganmasın; bugüne bugün daha 20 yaşında olmama rağmen tüm arkadaşlarım iş kadını muamelesi yapıyor resimlerime baktıkça, artık yaşlı psikolojisine girdim :(

Bu kadar çalışma fikri geçmişken ondan da bahsedeyim. Bu yaz iki farklı yerde staj yaptım; değişik çalışma ortamları görmüş oldum. Neden tatilde yayıp oturmadın derseniz, oldu bir kere; merak ne güzel şey… Ne yararı oldu bana stajların? Staj raporunda yazılması gereken akademik katkıların dışında, çevre yaptım, İş Kulesi’nin en tepesinden İstanbul’u izledim (41. kata tekabül eder bu tepe), stajda resmi giyinince kendimi bir şey sanmaya başladım :p, eğlendim, geyik yaptım (hiç ayrılmıcaz!), bütün gün sözlük okudum, hatta bu yazıyı yazdım (evet şu an stajdayım :D).Teknokentle kurumsallaşmış büyük bir bankayı karşılaştırma şansı buldum. Hatta burada da karşılaştırayım:

- Teknokent’in rahatlığını her şirkette bulamazsınız. Giysi serbest, giriş çıkışlar aşırı sıkı değil, sizin rahatlığınız için özen gösteriliyor (ICT’ye teşekkürlerimi sunarım :) ).

- Büyük yerlerde samimiyet daha az oluyor küçük firmalara göre. Küçük firmalarda hep beraber etkinlikler düzenleme şansınız varken, işler büyüdükçe bir şeyler paylaştığınız gruplar küçülebiliyor.

- Büyük firmalar tabi daha karizmatik :D Bambaşka bir dünya adeta…

- Büyük yerlerde farklı alanlardan insanlarla birlikte olabilirsiniz. Teknokentte genelde mühendis olur etrafınızda haliyle (İlk stajımda etrafımdaki hemen herkes bilgisayar mühendisiydi :D)

- Teknokentte kendinizi geliştirme şansınız daha fazla, yaptığınız işte gerçek anlamda deneyim kazanırsınız.

- Büyük firmalarda olanaklarınız daha iyi olur. Ama teknokentler de belli ölçüde onları aratmaz. Yine de İş Bankası’nın olanaklarını başka bir yerle karşılaştırmayacağım :D

Daha kapsamlı bir karşılaştırma yapılabilir tabi, ama bloga hepsini taşımak istemiyorum. Ekleyebileceğim şey şu: Çalışmak çok güzel bir şey, ama gerçekten mutlu olabileceğiniz bir yerdeyseniz.

Karşılaştırma yapacağım bir husus daha var: İstanbul vs. Ankara. Kimse bunun saçma bir karşılaştırma olduğunu söylemesin; Ankara o kadar da sıkıcı değil. Ama bu da başka yazıya :D