31 Aralık 2009 Perşembe

4 yıl biterken...

2006 Eylül… 2009 Aralık… (hatta 2010 Haziran’a kadar da yolu var). Kocaman 4 yıl, insan ömrünün en renkli dönemine denk gelen dört yıl. Gülüşler, göz yaşları, paylaşılan onlarca anı… Tüm bu anılarıma dahil olan, ve duygularını alttaki yazılarda benimle paylaşan arkadaşlarıma teşekkürler, hepinizi seviyorum =)

Birbirimizin büyümesini izledik resmen. Daha küçücüktük geldiğimizde, karşılaşacaklarımızdan habersiz. Bir günümüz diğerini tutmadı, hepsi farklı şeyler öğretti hayata dair. Nerden bilebilirdik ki içtiğimiz kahvenin “kabahat” olduğunu, gittiğimiz mekânın bir gün evimiz gibi olacağını, Burger’da ranch sosun biteceğini, bahar şenliklerinde çok yorulduğumuz(!) için yardımsız yurda gelemeyeceğimizi, morun senin rengin olduğunu, sabahın ilk ışıklarının günün başlangıcını değil de bitişini ifade edeceğini… Ağladığımız zaman sel yarattığımız, güldüğümüz zaman diğer odalardan bolca küfür yediğimiz zamanların ve gelecekte yaşayacaklarımızın şerefine diyorum Eküri:) İkizin :p

Elif'im flamenkonun yükselen yıldızı, reginayın biricik üyesi arkadaşım. Hep neşe dolu, en umutsuz hallerde bile umut dolu olan insana umut aşılayan, hiçbir zaman karamsar olduğunu görmediğim reginayım. Her zaman ne istediğini bilen ve onu elde etmek için elinden geleni yapan inatçı bir o kadar da azimli arkadaşım. Hayatta hiçbir şeyin seni alt edemeyeceğinden kendimden emin olmadığım kadar senin için eminim. Yeri geldi birlikte güldük birlikte çılgınlık yaptık en önemlisi hep birlikte beraber ağladık. Birlikte geçirdiğimiz gölgemizin:) hep eğlence olduğu aksamlar hiç bitmesin sürüp gitsin hatta taaa Avrupalara kadar gidip sınırları aşsın yaa;) Birlikte benim dağlara olan tutkumu gidermek için yine Uludağlara gidelim sen de mochanı iç:) Günün her anını her saniyesini her zaman planlayan insan bir sonraki planın hep ben olayım tamam mı, beni hiç ama hiç planlarının içinden çıkarma. Sen çıkarsan bile planlarında olacak insan Kübra:)

Azcık geç oldu tanışmamız bir yıl kadar ama hiç fark etmedi, biz zaten günü 25 saat yaşadığımız için çok kolay arayı kapattık hatta ne kadar sıkı kapattıysak 3 yıldır hiçbir şey ayıramadı bir de üstüne reginae olduk. Önce her şey saatlerce süren telefon muhabbetleriyle başladı (malum sen geveze, dedikodu da bol olunca), sonra baktık böyle zor oluyor tam karşı odamıza taşındınız ki bu bile çözüm olmayabilir; aynı ev şart bize Reginae'ın moru en çok seven, en planlı, en iyi niyetli, en düşünceli, en duygusalı (her an kapıdan ağlayarak gireceksin diye bekliyorum), en flamenkocu, en allakkatör, en iyimser, en sevgi pıtırcığı, canım arkadaşım iyi ki varsın ve iyi ki hep de olacaksın. Daha ne günler yaşayacağız kim bilir gölgeli, gölgesiz, zakkumlu zakkumsuz, zombie yada değil belki çok soğuk bir ülkede belki İstanbul’da (tutkumdur), belki dünyanın diğer ucunda ama illa ki beraber. Telefonum hep everything coming up roses çalacak, anlayacağım ki elüfüm arıyor.Başımda tacım,elimde hep sihirli değneğim olacak sayenizde, bir derdin olduğunda hep koşup geleceğim.Hemen bir gölge yapacağız ne dert kalacak ne keder Elüfüm, iyi ki dostum olmuşsun, seni çok seviyorum ben. Aylün

Elifff, f'leri neden uzattım hiç söylemedim mesajlarda maillerde hep böyle yazdım, bu şundandır ki Elif diyince yüzüm gülüyor ya ondan bir yansıma olarak bilmiyorum anlamsız da olsa aklımda böyle kaldı değiştiremedim de : ) MT de hep güler yüzlü her zaman merhaba diyen ilgilenen birini görmek çok iyi bir şey tabi benim gibi okula alışmakta zorlanan biri için ve senin ve Ayşe’nin sayesinde daha çabuk alıştım daha rahattım kendime güvenimin gelmişti. Ve data projesi… Ya proje şudur: sabahlama, gecenin geç saatlerine kadar çalışmanın etkisiyle her şeye gülecek kıvama gelme, saçmalama, çalılardan atlayıp gece sanatsal fotoğraflar çekip bol acı soslu pizza eşliğinde çalışma ve ek olarak en önemli eğlenme ki bunları yapmak bile başlı başına eğlence sayılır. Okula geldiğimde mutlu olmak için nedenlerimden biri olduğun için sana teşekkür ederim. Hep hak ettiğin gibi mutlu ol. Hak ediyorsun çünkü mutlu olmayı. Ama bu seni rahat bırakacağım anlamına gelmez. :)) Leve

Ortaokul, lise, üniversite… Eee daha ne kaldı? hayatımızın en önemli yıllarını dip dibe geçirdik be cancan... Şimdi insanlar diyecek hani nerdeydin üniversitede adını duymadık ya hiç? Hadi bee! Üniversite neymiş ya biz üniversiteye kadar öyle güzel, saf günler geçirdik ki son 3 sene aynı bina için de dolanmasak da o günler sayesinde var olan kardeşlik bağı bizi bir arada tuttu hep. Biz senle kardeş olmuşuz be Elifim... Şimdi başlayacak olan günlerinde de bu kardeşliğin var olacağını biliyorum, hatta eminim. Kapına dayanıp, bana teyze diyen küçük cancanlarınla beraber günümüzü gün edeceğiz. Hep beraber, mutluluk içinde. Bahanur

Şu okulda tanıdığım ilk insan, ilk ve yeri ayrı oda arkadaşım; seni tanımadan önce korkudan ve meraktan ölüyordum nasıl biri acaba bu kız diye. Şimdi gidişine üzülüyorum… Neler yapmadık ki birlikte: en unutulmazı bir üçlü olup actionlı gecelerimizdir ki ben sonu gelsin istememekteyim. Benim yerime bulsanız bile bir üçüncü, aynı hazzı alamazsınız söyleyeyim. Özleneceksin. Arkandan da bir tas su dökeceğim bilesin! Ece

Elif dedim, bu kadar kafa sallamayalım dedim, çok oynadık biraz oturalım dedim, bu hafta da dışarı çıkmayalım dedim. Haha, kim inanır? Hiçbirini de demedim ki! Ohhh gezdik, eğlendik, yeri geldi dinledik, yeri geldi karaoke yaptık bet sesimizi dinlettik... Aslında biliyor musun beraber bunları yaşamak nasıldı? Muhteşemmm..! Varlığınla mutluluğumu taçlandırdığın her an için Gracias mi guapa latina..! Hep birlikteyiz.. Ceren

İşte facebooktaki farmville’in gerçeğini her sene oynayan, kedileri köpecikleri ile beni kıskandıran arkadaşım :) Ayrıca sadece kıskandırmaz Elöf çok güzel insani çalıştırabilir bazen bunu ortağı Ayşe’yi katarak gerçekleştirir. Buzdolabı taşıtır, laptop taşıtır... :P Saka bir yana bunların hiçbiri benim gözümde büyümedi hepsini severek yaptım :) Çünkü sen benim için düşünceleri ve davranışlarıyla en çok değer verdiğim ve ileride de başarılı bir kariyerin olacağına emin olduğum nadir arkadaşlarımdan birisin (ileri görüşlüyümdür bilirsin :)) Zaten evine ziyaretine geleceğim kedilerini, köpeklerini, ineklerini görmeye bilesin özellikle Şerbet’i gelip göreceğim :) Umarım yööt demeyi hiç unutmaz, her zaman başarılı ve mutlu olursun. Yiğit

Üniversite hayatımı siyah beyazdan renkli televizyona geçiren melek ekibimin esmer olanı. İyi, kötü fark etmeksizin her günün dostu. Üniversite hayatının ufak ufak sona ermek üzere olduğu için üzüntü duyuyorum, hatta bitirmemeni ve buralarda kalmanı pek bir isterdim. Böyle hani vapurlar martılar güzel ya, hayat bir garip ya, işte sen o gariple güzel arasında gidip gelen hayatı dolduran biricik arkadaşımsın. Hep mutlu ol. Berkay

Zamanın göreceli bir kavram olduğunun kanıtıdır sanırım şu geçen dört sene. Zira o kadar keyifli ve güzeldi ki nasıl geçtiğini anlayamadım bile. Olayların başlangıcına dönersek; ilk tanışmamız muhtemelen MT toplantısı için Zeynep Köksal'da bulunduğumuz soğuk bir Bilkent Akşamı'nda olmuştur. Geçen bu zaman içinde anladım ki masmavi gözlerinin arkasındaki Trakyalı kimliğinle tanımaktan mutlu olduğum, konuşurken çok şey öğrendiğim harikulade bir insansın. Önceliklerini gerek kulüp ortamında gerekse okulda her zaman için doğru belirlemiş, mantığı doğrultusunda davranan, sözünü esirgemeyen, kısacası "aklı başında" olan pek sevgili Frau Büyükcan'a hayatı boyunca mutluluklar dileyip "haydasana be ya" demek istiyorum. Uğur Kart

Bre Elif Kızanım. Yemyeşil gözleriyle beline kadar saçlarıyla bizi bizden alan Elif. Ayşe deyince ilk akla gelen, Elif deyince ilk akla Ayşe’yi getiren insan =) Her ne kadar bilmesen de senin sayende içimde bir Trakya sevgisi oluşmuş durumda =) Seni blogdan tanıdım ben, aslında ne kadar derin, ne kadar ince bir insan olduğunu seni okuyunca anlayabildim. Gönül isterdi ki daha çok şey paylaşalım=) Kısmet değilmiş. İleride çok başarılı müthiş bir iş kadını olacağına dair derin hisler var içimde. Seni o günlerde görebilmek dileğiyle Elifcim. Saygın

Güzelliğin, kibarlığın ve güler yüzünle hep en sevdiğim arkadaşlarımdan oldun bölümde. Son sene aynı yurtta kalmamız nedeniyle daha çok görüşme fırsatımız oldu. Birlikte ders çalışmamız, mutfak+kat arası sohbetlerimiz hepsi çok keyifli anlardı =) Umarım her şey gönlünce olur… Fatma

Ekürisi Ayşe sayesinde tanıdığım, bölümün en sosyal kızlarından. Seni ve Ayşe’yi daha çok MT organizasyonlarında tanıdık, oradaki alımlı, güzel hallerinizle. Ama kalbin de en az yüzün kadar güzel(özellikle bir ara uçuktan a.jolieye benzeyen halin süperdi), umarım hayatta çok mutlu olursun:) Sinem

Mütemadiyen geyik yapabilme kapasitesine sahip, durduğumuz yerde bile eğlencenin dibine vurduğumuz harbi insan. İyi ki dört yıl boyunca beraberdik ve okula ilk geldiğimde hissettiğim doğal ortamından uzaklaşmış vahşi tür semptomları beni esir alamadı. MT yemeklerindeki misafirperverliğinizi unutmayacağız efenim. Arigato-ne? Mutlak kesişecek olan yollarımız açık olsun değil mi? GÜLCAN

Siyam ikizlerinin esmer olanı, Mt’nin vazgeçilmezi güzel kız, kanka insan. 2009'a birlikte merhaba dedik baktım sene bitiyor. 76 çimlerindeki anılarımızı unutmayacağım, kübişin doğum gününü de. Hayatının gözlerin gibi güzel geçmesi dileğiyle. Merve

Elif, biz hep birlikte az eğlenmedik, kendimizi alışverişe kaptırıp Aykut’la Yiğit’i mağaza kapılarında az bekletmedik. Şimdi bu güzel günlerin sonuna geldik, ama yaptıklarımız güzel birer hatıra olarak çoktan yer etti bile zihnimde. 4 sene boyunca yaşadığımız onca şeyi burada 3-4 satıra sığdırmak çok zor, sen en iyisi Körpe’ye iyi bak, o bizi ve dostluğumuzu sana hatırlatır. Hayatında neşenin hiç eksik olmaması dileğiyle... ESRA

Elif Hanımın Çiftliği... Benim ileride belli bir yaşı geçtikten sonra gerçekleştirmek istediğim hayalin bir kısmına sen şu anda sahipsin aslında. İçtenliğin, sıcaklığın ve CS organizasyonlarındaki başarın asla görmezden gelinemez. Senin organize ettiğin ve beraberce eğlendiğimiz akşamları hatırlayıp “ah keşke Elif yakınlarda olsa o birşeyler ayarlardı” dememek için umarım ileride uzaklarda olmazsın diyorum. Mutlu, sağlıklı ve başarı dolu bir hayat senin olur inşallah. Haydi eller havaya... Aykut

Seninle ikinci sınıfta BCC’de digital çalışırken tanışmıştık. Senin gibi sıcakkanlı birine alışmak çok da zor olmadı. Düşünceli davranışların ve kurduğun içten diyaloglarla, hoş sohbetinle herkes tarafından sevilen biriydin seni tanıdığım üç sene boyunca; kuşkusuz öyle olmaya da devam edeceksin. Seninle birlikte olduğumuz zamanları düşünüyorum da: Digitalde aynı eğlenceli sınıftaydık, MT’de birlikte güzel bir dönem geçirdik, tatil zamanında bile sıkıldığımda seninle konuştum, bir de geçen seneki şenlikte birlikte geçen eğlenceli zamanlar. Eğlenmesini iyi bilen ve yanındakileri de eğlendirebilen biri olarak seni tanıdığımdan beri geçen üç sene içinde seninle daha fazla vakit geçirebilmeyi isterdim. Sana başarılı, sağlıklı ve mutlu bir yaşam diliyorum. Umarım geleceğin de gözlerin gibi güzel ve parlak olur. Onur Özcan

Benim tabirimle Gül abla, her türlü ders olayını sorabildiğim, arkadaşlığını sevdiğim, ablalığından şikayetçi olduğum kızcağız. Yusuf

Toplantılar, organizasyonlar derken az koşturmadık MT yollarında. Proje demeden sınav demeden konuşmacı topladık beraber. Biraz bencil bir dilek olacak ama hayatta hep senin gibi takım arkadaşları diliyorum kendime ve tabi sana da sevgi, başarı ve mutluluklar YK hanım. Ha bu arada güncel dedikoduları kimden dinleyeceğim ben yaa…:) Fatih

24 Kasım 2009 Salı

Müzik engel tanımaz...

Diyarbakır'da 2. ve 3. sınıf öğrencisi 6 çocuk bir araya gelip bir müzik grubu kurmuş: Grup Heyra. Enstürmanları da bateri, saz, klavye, davul, darbuka. Grubun ismi nereden geliyor derseniz, "Bize hayran olsunlar" diyor grubun bateristi Kenan. Yalnız onların diğer gruplardan farkı yaşları değil sadece, enstürmanlarını kendilerinin yapmış olmaları. Nasıl mı? Tenekeden, salça kutusundan, varilden bateri, davul, darbuka; tahtadan yontulmuş klavye ve saz.
Düğünlerde köylerine gelen orkestraları izlerken heveslenmişler, kendileri de grup kurmaya karar vermişler. Kenan orkestracılardan biraz öğrenmiş bateri çalmayı (Bence bayağı da yol almış; çalarken arada solo bile atıyor). Gerçek enstrümanları alacak paraları da olmayınca, kendi çalgılarını yapmayı düşünmüşler. Bu gençler bayağı ün de yapmış, Beyaz Show'a çıkmışlar. Grup Heyra'nın sahne performansından bir örneği de burada bulabilirsiniz.
İnsan istedikten sonra bahaneler anlamsız kalıyor; yeter ki kafaya koysun. Ben kendimi onların yerine koyuyorum da, enstrüman olmadan herhalde denemezdim öyle birşeyi. Denesem de bu kadar ilerletmezdim tahminimce. Çocukları gerçekten tebrik ediyorum, kendilerini keşfedip meraklarının peşinden gittikleri için...

13 Ekim 2009 Salı

Yurtdışında eğitim deneyimi isteyenlere...

Yazın Work&Travel ile Amerika'da muhteşem zaman geçiren arkadaşlarınıza mı özeniyorsunuz? Tüm teknolojik aletleri kendi kazandığınız parayla en ucuza almak mı geçiyor aklınızdan? Filmlerde izlediğiniz tüm güzellikleri bir de canlı canlı görmek için can atmıyor musunuz?

"Dil en iyi anavatanında öğrenilir" sözünü hiç duydunuz mu? Hem eğlenin, hem yabancı dil öğrenin, hem farklı kültürlerle tanışın, her ülkeden arkadaş edinin! Yurtdışında dil okuluna giderek tüm bunları kolayca yapabilirsiniz.

TOEFL, IELTS, GRE, GMAT, SAT kursu mu arıyorsunuz? Bu sınavlara yurtdışında da hazırlanabilirsiniz.

Lisans, yüksek lisans, doktora eğitiminizi dünyaca ünlü okullarda alabilirsiniz.


Kısacası, yurtdışında eğitim alabileceğiniz birçok program var. Omega Yurtdışı Eğitim Danışmanlık işte bu noktada size ücretsiz danışmanlık yaparak yardımcı oluyor. Anlaşmalı olduğu ünlü üniversite, dil okulu ve şirketlerle sizlere birçok fırsat sunuyor.

Ayrıntılı bilgi için, http://www.omegaegitim.com.tr/

8 Ekim 2009 Perşembe

Kreatif (!)

Haber okumaktan nefret ediyorum; içim karardığı için. Bir yandan da eğleniyorum, garip garip anlamsız olaylara rastladığım için. Enteresanlık örneği iki konu var bu yazıda da...

"____", kelime anlamıyla toplumun tüketim trendlerini belirleyen tüketim anlayışı olarak tanımlanılmaktadır. "____" bununla beraber, İtalyanca'da değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik olarak geçmektedir. Bir diğer anlamı da, belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlüktür.

Vikipedi'den alınan bu tanımda boşluğu dolduran sözcük tabi ki moda. Bir de tarz var, TDK'nın "Özel oluş veya davranış biçimi, üslup, stil, janr" olarak tanımladığı. E bunların oluşumda önemli rollerden biri de tasarımcılarda haliyle. Yaratıcılıklarını, hayalgüçlerini tasarımlarına döküyorlar. Döküyorlar da, bazıları iyice abartmış bence. Tamam her tasarım günlük hayatta kullanılsın amacıyla yapılmıyor da, suyunu çıkartmamak lazım yaratıcılığın. Biz ince topuklu ayakkabılardan bile şikayetçiyken, bu mankenler o podyumda kim bilir neler geçirdi içinden...




Bir diğer takıldığım da, bugün okuduğum başka bir haber:



Bir güvenlik blogcusunun ele geçirilen hotmail hesapları üzerine yaptığı araştırma sonucunda çarpıcı bir gerçek ortaya çıktı! Yapılan araştırma sonucunda ele geçirilen hesaplara arasında kullanılan en popüler Hotmail ve MSN şifresinin 12345 olduğu ortaya çıktı.
Acuntetix blogcusu Bogdan Calin, 10.000 hesabı inceledi. Bunlardan 82 tanesinin şifresinin 12345 olduğunu gördü. Diğer popüler şifreler ise 12345678, 1234567 ve tahmin edebileceğiniz gibi 111111 oldu.
Anlaşılabileceği gibi kullanıcıların büyük çoğunluğu çok zayıf şifreler kullanıyor. Yüzde 43'ü sadece küçük harf kullanırken, kullanıcıların yüzde 19'u sadece sayısal şifre tercih etmiş. Şifrelerin sadece yüzde 6'sı olması gerektiği gibi güçlü şifrelerden oluşuyormuş.
Hem şifrenizi basit seçin, ondan sonra "Aaayyhh bnim msnim hacklendüüü!!!" İnsanlar doğum tarihinizi bile kullanmayın diye uyarıyor, kimileri de gidip 1111 yapıyor (ne de olsa doğum tarihini ve ismini içermiyor!). Bence insanlar yaratıcılığını biraz da şifrelerine dökmeli, bazen eğlenceli bile olabiliyor. Mesela otobüs bileti alırken yazıhane görevlisi üyelik hesabınızdan giriş yapacağı zaman renkli sahneler birkaç saniye uzağınızda :p (Başıma geldi, oradan biliyorum)
Yaratıcı olabilmek hoş şey, güzel şey. Ama fizibilite de lazım, uygulanabilirlik önemli. (Aldığım endüstri müh. dersi bir işe yarasın, değil mi?)

9 Eylül 2009 Çarşamba

5:1

Geçenlerde evde elime bir kitap geçti: Değişim Mühendisliği Devrimi. Yeni bir kitap olduğu söylenemez ama değindiği noktalar iş dünyasında çok faydalı olacak ayrıntılar. Bir şirketin daha verimli iş çıkartabilmesi için gereken değişim mühendisliği çabalarını anlatıyor kitap. Değişim mühendisliğinde başarılı olan ve çabalarını eline yüzüne bulaştıran küçük ve büyük ölçekli şirket örneklerine de yer verilmiş.
Kitaptaki örneklerden anladığıma göre, şirketlerin satışlarının azalmasında, ya da müşteri memnuniyetinin azalmasında en etkili faktörlerden biri, iş süreçlerinin uzatılması ve sürece ihtiyaçtan fazla elemanın dahil edilmesi. Yani, toplamda bir kişinin tek başına yarım saatte bitirebileceği bir işin 5 kişiye paylaştırılması ve dolayısıyla sürenin 3 saate çıkması durumu. Bugün bunun canlı örneğini gördüm Makine Kimya Endüstrisi Kurumu'nda.
Diyelim ki MKEK'den fişek alacaksınız. Süreç şöyle işliyor:
1) Daha önceden almış olduğunuz ihtiyaç belgenizi ilgili memurlara (muhatap olunan 1. kişi) verip kaydınızı yaptırıyorsunuz ve ödeme için vezneye yönlendiriliyorsunuz.
2) Vezneye gidip ödemeyi yapıyorsunuz. (2. muhatap memur)
3) Yan odaya geçiyorsunuz. Burada görevli bir memur faturanızı bastırırken (muhatap olunan 3. kişi), diğer memur (muhatap olunan 4. kişi) basılan faturayı kaşeleyip onaylar. Siz de faturanızı alıp fişekleri almaya gidersiniz.
4) Fişeklerin verildiği depoya gidip görevli memura (muhatap olunan 5. kişi) faturanızı verirsiniz ve fişeklerinizi alırsınız.
Bu süreçteki kişiler 7 de olabiliyor gördüğüm kadarıyla, ama ben minimum 5 olan durumu ele aldım. Bir de şöyle olabilirdi olay: İlgili masaya gidersiniz; ihtiyaç belgenizi ve ödenecek parayı verirsiniz; memur da size fişeklerinizi ve faturanızı verir. Çok da zor olmasa gerek; nitekim bu olayların hiçbiri özel eğitim ve süper zeka gerektiren işler değil. Bu kadar basit bir iş için bu kadar zaman harcanması karşısında bugün yapabildiğim tek şey: her masa/vezne değiştirmemizde gülmek (gülümsemek değil, gerçekten gülmek).
Yine takdir ettiğim bir noktayı da belirteyim: İlk olarak ihtiyaç belgenizi verdiğinizde, sizin hangi veznede ne kadar ödeme yapacağınız kurumiçi bir ağ üzerinden diğer bilgisayarlara aktarılıyor. İsminiz bilgisyar üzerinden vezneye aktarılmış oluyor yani; teknoloji az da olsa kullanılmış sağolsunlar ki!
Sizlere de tavsiye ederim; her masa değiştirmemizde babamla birbirimize bakıp gülerken çok eğlendim şahsen. Ama MKEK'nin (ve tabi ki benzer durumdaki diğer devlet dairelerimizin) durumuna üzülmemek de elde değil hani...

18 Ağustos 2009 Salı

Constantinopolis vs. Angora

Ne çok karşılaştırılır şu iki şehir. Ekşideki yorumları okuyorum da, Ankara başlığı altında bile garibim şehir hep İstanbul’la kıyaslanmış. Kardeşim Ankara’yı tasvir edin tutup “aaa denizi yok” diye yereceğinize; onu da başka başlıkta yazın ne olur sanki! Tabi bunu dememe rağmen ben de kıyas yapacağım; ama en azından benim başlığım bu :D

Bursa’da büyümüş biri olarak, 3 yıldır Ankara’da öğrenci hayatı yaşıyorum. Son 1 aydır da İstanbul’dayım staj bahanesiyle. Ankara’ya gidişim ve alışmam zor olmadı; liseyi yatılı okumamın ve Ankara’nın Bursa’dan büyük olması sayesinde.”Iıııyy Ankara’ya gidip napçam orda” demedim lisedeyken; ama son iki yıldır şunu hep tekrarlıyordum: “Büyük konuşmak gibi olmasın ama, İstanbul’da zorunlu kalmadıkça yaşamam. Kalabalık, yoğun trafik, pahalı, bilmem ne…” Peki şimdi? Eee şeey kem küm, “Ya iyi maaş alırsam neden olmasın? Hayat burada, eğlence burada, manzara burada oh mis” :D Ne kadar büyük konuştuğumu seneye göreceğiz bakalım…

Her ne kadar İstanbul’un kış halini gerçek anlamda görmemiş olsam da (periyodik akraba ziyaretleri dışında), yeterli zaman geçirdim burada kanımca. Ne gördüm?

- Gezeceksiniz burada arkadaş! Ben gezemedim, siz gezin. Haftasonlarını boş geçirmeyin hazır olanaklar varken. Milyon tane konser festival var, gidin bolcana.

- Yaz trafiği katlanılmaz değil ama yine de insanı sıkıyor. Arabanın her dur kalk yapışında benim cinlerim tepeme çıkıyor, sonra babam benim sinirli halime katlanmak zorunda kalıyor. Kışın durum nedir bilmek bile istemiyorum.

- Boğaz güzel şey tabi :D Manzara manyağı biriyseniz, deniz olmadan asla diyorsanız tabi ki İstanbul. Nitekim muhabbet ortamında bile susup manzara izliyorum (sonra insanlar beni sıkıldım sanıyor); dolayısıyla benim için de ideal yer olabilir burası.

- Hayat dolu bir şehir tabi İstanbul. Sokakta sevindirik sevindirik gezmek için bahaneniz çok, insanları izlemeniz bile yeter bazen. Tabi kapkaç, it-kopuk korkusu yanında eşantiyon. Ama belirli yerlerde zaman geçirdikten sonra o kadar da kötü olmasa gerek burada yaşam.

Ankara’dan da bahsedelim. Zamanımın çoğunu kampusta (Bilkent) geçirdiğim için çoğu öğrenci kadar bilmeyebilirim Ankara’yı. Ama şunları söylemeden geçemem:

- “Hocam” kelimesine alışın. Siz “hocam”sınız. (Türkiye’nin çok yerini görmüş biri olan babama anlattığımda o bile şaşırmıştı :S). Benim hoşuma gidiyor artık bu sıfat :D

- Kızılay pek temiz değil, kaldırımlardaki çöp yığınları ve tabi ki kokusu karşısında afallamayın.

- Üst geçitler aynı fabrikadan çıkmış; özellikle Eskişehir yolu boyunca. İyi mi kötü mü bilemedim, ama ışıklandırılmış versiyonları Boğaz köprüsü özentisi gibi duruyor.

- Belli bir saatten sonra sadece şahsi arabanız ve taksiler var (ya da varsa motosikletiniz), metroyu otobüsü unutun. Hatta ve hatta 19.30’dan sonra Bilkent minibüsü yok, diğer minibüsler de 12'ye kalmıyor olsa gerek. Bursa’da bile nöbetçi minibüsler vardı, sabah 5’e kadar çalışırdı.

- Adım başı alışveriş merkezi var Ankara’da. Hatta bunların çoğunun adı “A” ile başlar (son yıllarda bozuldu kural). Bu kadar talep var mı bunlara halen merak içindeyim. Şahsen gittiğim alışveriş merkezi sayısı sınırlı, onlarla da gayet mutluyum.

- Bu kadar yerdiğime aldanmayalım. Sonradan yapılanmış olmasının yararı, yollar oldukça düzenli. Garip garip ara sokaklar, daracık yollar yok öyle. Rahat rahat bulursunuz aradığınız yeri.

- Trafik tabi ki rahat İstanbul’a göre. Ankara’da da trafik tıkanır tabi ki, ama bu işkence halini almaz en azından. Tabi eylemler sebebiyle Sıhhiye civarı sıkça kapanır, ona alışmak lazım.

- Kızılay pek hoş bir yer değildir belki gezmek için, ama takı, ıvır zıvır, kitap, bilumum öğrenci ihtiyaçları için Olgunlar ve Kızılay öncelikli uğrak yeridir. Gece Kızılay’da olmanız gerekiyorsa dikkatli olunması tavsiye edilir.

- Bahçeli güzeldir, 7. Cadde muhteşemdir. Gidin trivial pursuit oynayın, bir şeyler için, geyik yapın. Kasada sıraya girmeye üşenmiyorsanız Mango’ya girin, indirimden faidelenin.Hobby'ye gidip hesap kitabının arkasına birşeyler karalayın; Limonlu -pardon limanlı- bahçede doğumgünü kutlayın klasikleşmiş ince sesli pop vokali eşliğinde.

- Tunalı ve Bestekar tercih sebebidir çoğu zaman. Ama ne tarz eğlence istediğinize bağlı olarak Sakarya da gayet ideal olabilir.

- Ankara soğuktur; hatta ilgilenenler için Bilkent şehir içinden daha da soğuktur (bkz. kartal yuvası). Öyle ben Bursa’dan geldim, İzmir’den geldim, atkı takmam falan yok; paşa paşa sarınacak, kat kat kat giyineceksiniz (kat kat değil, dikkati çekerim).

- Memur şehri, soğuk insanlar kenti vb. yorumların doğruluk payı var ama o kadar da korkunç değil; abartmayalım. En azından bakışlarıyla rahatsız eden insan oranı birçok şehrimize göre düşük Ankara’da (Edirne’den bile düşük).

- Beşevler'de Seyir Kafe'de haftasonu brunch'a gidin ve içebildiğiniz kadar ahududu suyu için :D

Aslında bu iki liste de çok genişletilebilir ama hem üşendim, hem yazı çok uzuyor, hem de İstanbul’u hala o kadar iyi keşfedemedim. Ama şunu biliyorum ki, iki şehir de tercih etmek için ayrı güzellikler barındırıyor. Şahsen ben kararsızım mezun olunca ne yapacağım konusunda. İstanbul-Ankara arası gidip geliyor beynim. Eğer Ankara’dakine oranla daha iyi maddi durumunuz olacaksa İstanbul’da (maaş-pahalılık oranı açısından), işinizle eviniz yakın olacaksa ve trafik sizin için sıkıntı değilse, İstanbul’a yerleşmemek için bir sebep göremiyorum aslında (tabi eş dost, aile, sevgili faktörleri hesaba alınmamıştır). Ha yok ben huzura düşkünüm, gezme meraklısı da değilim, 3-5 kafe, 1 alışveriş merkezi, 2 göl kenarı yeter diyorsanız Ankara’dan ayrılmayın.

Unutmadan, Ankara’da yaşanan öğrencilik yılları gayet de eşi bulunmazdır (Reginae üyelerine selamlar). Elinizdekilerle de gayet eğlenceli, yeri geldiğinde saçma :D, ama bir o kadar da dolu dolu yıllar geçirebilirsiniz. Yeter ki elinizdekilerden şikayetçi olmayın, aşti gibi istisnalara rağmen :D

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Eyvah, okul bitiyor!

Hatırlatma: Bu yazı, 4. sınıfa geçmiş bir üniversitesi öğrencisi tarafından yazılmıştır.

Tarih 17 Ağustos 2009. Böyle yazdım diye yazının konusu 1999 İzmit depremi sanılmasın (10 sene önce depremde sevdiklerini kaybedenlere başsağlığı diliyorum tabi buradan); ne zamandır blog yazmadığım için biraz durum değerlendirmesi tadında olacak yine.

Tarih demiştim en son. Çoğunuz hayıflanıyorsunuz şu an, “ühüüüü yaz tatili bitti, yine okul”, “pöf yıllık izin niye bu kadar kısa” şeklinde. Tatilimin yetmeyişi bir yana, benim sıkıntım başka: Okul bitiyor :( Okulun başlamasına can atan biri değilim ama (Son senemin ne kadar yoğun olacağını hatırladıkça afakanlar basıyor ), mezun olmak istemiyorum. Okul ne rahatmış arkadaş! “N’alaka ya, git çalış ne güzel paranı kazan hayatını yaşa, ödev yok sınav yok” diyebilirsiniz. Evet para kazanmak son derece albenili bir olay, akşamları ödev yapmamak son derece keyifli. Ama sabah 7 bile olmadan kalkmak, her sabah köprü trafiğine katlanmak, bütün gün bilgisayar başında oturmak, akşam da yoğun trafiğe yakalanmak, monoton hayat (burada monotonluk kavramı kişiye bağlı olarak sıfıra inebilir) o kadar da cazip gelmiyor bana. Tamam kaçış yok bundan, ama geciktirilebilir de :D Şöyle okul sadece 1 sene uzasa ne hoş olur mesela. Genç nesle diyebileceğim tek şey, okulun tadını çıkarın, seneye kaybetmeyeyim mantığıyla hazırlık atlamayın, kalabildiğiniz kadar kalın üniversitede. Genç nesil demem de yadırganmasın; bugüne bugün daha 20 yaşında olmama rağmen tüm arkadaşlarım iş kadını muamelesi yapıyor resimlerime baktıkça, artık yaşlı psikolojisine girdim :(

Bu kadar çalışma fikri geçmişken ondan da bahsedeyim. Bu yaz iki farklı yerde staj yaptım; değişik çalışma ortamları görmüş oldum. Neden tatilde yayıp oturmadın derseniz, oldu bir kere; merak ne güzel şey… Ne yararı oldu bana stajların? Staj raporunda yazılması gereken akademik katkıların dışında, çevre yaptım, İş Kulesi’nin en tepesinden İstanbul’u izledim (41. kata tekabül eder bu tepe), stajda resmi giyinince kendimi bir şey sanmaya başladım :p, eğlendim, geyik yaptım (hiç ayrılmıcaz!), bütün gün sözlük okudum, hatta bu yazıyı yazdım (evet şu an stajdayım :D).Teknokentle kurumsallaşmış büyük bir bankayı karşılaştırma şansı buldum. Hatta burada da karşılaştırayım:

- Teknokent’in rahatlığını her şirkette bulamazsınız. Giysi serbest, giriş çıkışlar aşırı sıkı değil, sizin rahatlığınız için özen gösteriliyor (ICT’ye teşekkürlerimi sunarım :) ).

- Büyük yerlerde samimiyet daha az oluyor küçük firmalara göre. Küçük firmalarda hep beraber etkinlikler düzenleme şansınız varken, işler büyüdükçe bir şeyler paylaştığınız gruplar küçülebiliyor.

- Büyük firmalar tabi daha karizmatik :D Bambaşka bir dünya adeta…

- Büyük yerlerde farklı alanlardan insanlarla birlikte olabilirsiniz. Teknokentte genelde mühendis olur etrafınızda haliyle (İlk stajımda etrafımdaki hemen herkes bilgisayar mühendisiydi :D)

- Teknokentte kendinizi geliştirme şansınız daha fazla, yaptığınız işte gerçek anlamda deneyim kazanırsınız.

- Büyük firmalarda olanaklarınız daha iyi olur. Ama teknokentler de belli ölçüde onları aratmaz. Yine de İş Bankası’nın olanaklarını başka bir yerle karşılaştırmayacağım :D

Daha kapsamlı bir karşılaştırma yapılabilir tabi, ama bloga hepsini taşımak istemiyorum. Ekleyebileceğim şey şu: Çalışmak çok güzel bir şey, ama gerçekten mutlu olabileceğiniz bir yerdeyseniz.

Karşılaştırma yapacağım bir husus daha var: İstanbul vs. Ankara. Kimse bunun saçma bir karşılaştırma olduğunu söylemesin; Ankara o kadar da sıkıcı değil. Ama bu da başka yazıya :D

6 Mayıs 2009 Çarşamba

"Bıktım!" diyen var mı?

Yaratıcılığın sınırı yok. Özellikle sanal ortamda bu fantastik fikirleri daha kolay uygulayabiliyoruz çoğu zaman. Nitekim işten istifa etmek üzere olduğunuzda bile bunun işaretlerini çok farklı şekilde verebilirsiniz. En azından deneyen denemiş; başarılı da olmuş =)


Bioshock oyununun yapımcılarından Avustralyalı 2K firmasi için çalışan Jarrad Woods, işinden ayrılmaya karar verince durumu iş arkadaşlarına anlayacakları bir dilden anlatmaya çalışmış. Bunun için ekibine Super Mario oyununa yedirilmiş bir veda metni http://www.farbs. org/Message. html hazırlamış.
Üç bölümden oluşan bu kısa oyunda Mario, göbeğinden beklenmedik yükseklikte atlayışlar yapıp dev mantarları yedikçe, ekranda Woods'un işinden ayrılacağını belirten uyarılar çıkıyor. Oyunun son bölümüne gelindiğinde de Woods'un iş arkadaşlarına hitaben yazdığı kısa teşekkür yazısı ile karşılaşılıyor.


(Canımgrubum'dan gelen bir e-postadan alıntıdır. Gönderene
teşekkür ediyoruz (: )


Kimi zaman da hayattan istifa etmek isteyenler oluyor aramızda. Şöyle herşeyin üst üste geldiği, olayların isteğimiz dışında geliştiği ya da kötü ilerlediği durumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Ona da bir ilaç üretilmiş. İlacın ismi biraz dikkat çekici -dolayısıyla hoşnut olmayanlar olacaktır, bunu buraya koyduğum için o kişilerden özür diliyorum- ama etkili olduğu iddia ediliyor =) Ne kadar ilginizi çeker bilmiyorum ama, deneyenler memnun gibi halinden. En azından fazla stresi engeller diye tahmin ediyorum...
İlkokul günlerine dönecek olursak, "Evet bugün neler öğrendik kim sayabilir bize?"
(20-30 tane "Ben ben ben!" diyen veletlerin arasından biri seçilir, bu da ben olayım :p):
Çok umursamamak lazım kötü gidenleri. Ahlanıp vahlanmak yerine olumlu bakmak, işleri nasıl yola koyabileceğini düşünmek biraz daha insanca ve iyimser bir çözüm, tabi bir de faydalı :) İşinizden ayrılacak bile olsanız bunu eğlenceli ve kibar bir şekilde ifade edebilirsiniz. Tabi yan binanızda teröristler yakalanırken siz hala sınavdan çıkarılmıyorsanız, bu kuralı "suyunu çıkarmadan" bozma hakkınız olsa gerek... :)

3 Mart 2009 Salı

50 yılda neler değişir?

Hürriyet'ten alıntıdır:

İngiliz fütürolog Richard Watson tarafından kaleme alınan “Future Files: A History of the Next 50 Years” (Gelecek Dosyaları: Gelecek 50 Yılın Tarihi) isimli kitap, 50 yıl içinde hayatımızdan tamamen çıkacak olan kişi, ülke ve eşyaları tahmin ediyor. İşte gelecek 50 yıl içinde soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olanlar:

2009: Eşya onarımı

2012: Tüplü TV’ler


2013: Faks cihazları

2014: Kaybolmak

2016: Emeklilik

2017: Blackberry (cep telefonu), mendil

2018: Rusya demokrasisi, DVD, sekreterlik

2019: Postane, kütüphane, kasap, bedava otopark, Birinci Dünya Savaşı gazileri, 0 beden

2020: Telif hakkı, Tayvan

2022: Bloglar, Maldivler

2024: Paris Hilton
, haftasonu tatilleri

2025: AM radyo, bedava otoyollar

2026: K. Kore lideri Kim Jong Il, kırışıklıklar

2027: FM radyo, öğle yemeği, mahremiyet

2028: Sendikalar

2030: Anahtarlar, realite şovlar

2033: Madeni paralar

2035: Petrol, Aral Denizi, Bangladeş, Microsoft, orta sınıf, spam mailler

2036: Petrolle çalışan araçlar, bağımlılık

2037: Buzullar

2038: AB, Rus lider Putin


2039: Sağırlık, karbon emisyonu, ulusal para birimleri, banknotlar, cüzdanlar, gece uykusu


2040: Kravat

2045: Oturma odası


2049: Gazeteler, Google, körlük

2050: İkinci Dünya Savaşı gazileri

2050 sonrası: Ağrı, çirkinlik, estetik ameliyat, ulus devletler, ölüm.

Listeye bakınca çoğu madde mantıklı geliyor. Tüplü TV, anahtarlık, AM radyo, vs kalkması beklenebilecek varlıklar. Ulus devletler, ulusal para birimleri, orta sınıf da -şahsi görüşüm böyle değil, pek yorumum yok hatta bu konuda- unutulması imkansız kavramlar değil. Tıp gelişince ağrılarımızı unutabileceğiz, hepimiz güzel olacağız, herkes dış dünyayı görebilecek; buna da eyvallah. Paris Hilton ve Putin de ölür tabi; onlar da insan bizim gibi.
Bunlar iyi güzel de, neden emekli olamıyoruz? Neden haftasonları da çalışıyoruz? Mahremiyet zaten iyice azaldı ama, neden 0'a indiriyoruz? Ölümün de kalkması, insanlık açısından çok parlak olmayacaktır tahminimce. Bu görüşe göre yaşlanmak gibi bir durum da olmaz; ancak yine de 300 yıl yaşamak bir yerden sonra sıkıcı gelebilir. Dünyadaki tüm zevkleri tatmanız mümkün olsa bile ölümsüzlük hem birey için fazla; hem de azalmayan insan nüfusu herkesin başına bela.
Bunları burada yazdım ama, en iyisi gelecekte nelerle karşılaşacağımızı bekleyip görmek :p Nasılsa çirkinlik kalkıyormuş, kilo almak da pek sorun olmaz. Bize de doya doya çikolatalarımızı, soslu kaşarlı dürümlerimizi yeriz =)
Tabi biz bekleyeduralım, bloglar da kalkınca buradan yazamayız artık bunları...

5 Şubat 2009 Perşembe

Çocuğum, mutluyum

Haydi biraz yaşımızı küçültelim.
7 yaşında bir çocuksunuz. Hayat dolusunuz, sevgi böcüğüsünüz, safsınız. Size değer veren anne-babanız, durmadan ağzınıza yemek tıkan anneanneniz, çikolata getiren dedeniz, mahalle arkadaşlarınız var. Güzel bir okulda okuyorsunuz, kocaman bir eviniz var, rahatsınız. Evinizin yakınında parklar, dükkanlar var. Nispeten gelişmiş bir ilçede yaşıyorsunuz, alışveriş merkezlerine gidebiliyor, değişik oyuncaklar alabiliyorsunuz.
Şimdi bir de şu ayrıntıyı ekleyelim. Babanızın işi gereği taşındınız, bambaşka bir şehire, bambaşka bir çevreye. Bu şehir Doğu Karadeniz'de, ilçe ise hiç gelişmemiş. Yeni eviniz daha küçük, okulunuz eskisi kadar güzel değil, arkadaşlarınız çok farklı. Çevrenizde pek komşu yok, olanlar da sizinkinden farklı bir kültüre sahip. Dükkanlar, parklar, alışveriş merkezleri zaten uzakta kaldı. Hava buz gibi, yaşam şartları memleketinizdeki gibi iyi değil.
Memlekete ziyarete geldiğinizde, büyükleriniz size nasıl bir sürpriz hazırlasa mutlu olursunuz?
a) Alışveriş merkezine gidip oradaki oyun salonunda eğlenmek için jetonlar
b) Kocaman bi mickey mouse balonu
c) Pastaya mum dikip üflemek
d) Aylardır gözünüzde tüten minik köpeğe kavuşmak
Tabi bunlar çok bize çok birşey ifade etmese de, bir çocuk için ufak ama işe yarar sürprizler. Hele bir de hepsi bir araya gelirse... Sevinç çığlıkları atmamanız için bir sebep yok en azından.
Kimi insanlar "çocuk gibi saf olma"yı dilerler; gerçekten de çocukluk apayrı, saf, iyimser. Basit şeylerle mutlu oluyorsunuz; ama gerçekten mutlu oluyorsunuz ve sizin mutluluğunuz yanınızdakilere yansıyor.
Bir çocuğu sevindirmek güzel birşey. Her gün haberlerde göstermelik gözaltılar, saçma sapan seçim propagandaları, yalan yanlış haberler izliyorken, arada böyle minik jestler güzel hisler uyandırıyor insanda.

26 Ocak 2009 Pazartesi

Dilber Lisa

Resim açık...

15 Ocak 2009 Perşembe

Geriye kalan tek bir kare

"Hayatınızın tek bir karesini dondurup o kareyi ölürken yanınızda götürmeniz mümkün olsaydı, hangi anınızı seçerdiniz?"

Çelişkili bir soru. Günlerce düşündüm, tartıştım hem kendi içimde hem çevremdekilerle. Binlerce sahne canlandı gözümde: Doğumgünleri, sahne müsamereleri, buluşmalar, bayramlar, kutlamalar, gece yarısı dertleşmeler, sarılıp ağlamalar, evde sakince oturup çay içmeler, çimlerde dinlenmeler, ...
 
Peki hangisi olmalı, o geriye kalacak tek kare? (Albüm götürmek yasaktır :p) Hayattaki önceliklerimizi açığa çıkarabilecek bir soru aslında. Kimisi ailesiyle olan bir anı seçer, kimisi sevgilisi, kimisi arkadaşları, kimiyse işinde başarılı olduğunun kanıtı bir sahne. Tercih sizin.

Kendi adıma konuşursam, hala karar veremiyorum. Bütün sevdiklerimi kapsayacak birşey olsun istiyorum. Sanırsam tek şansım, düğün-nikah tarzı birşey, o da olmadı mezuniyet töreni. Çünkü hiçbirinden vazgeçmek istemiyorum. 
Anlaşılan aradığım kareyi bulmam için beklemem gerek :S Ha yok birazdan ölecekmişsin gibi düşün diyorsanız, bir düşüneyim tekrar :) Hepimiz düşünelim, düşünmeliyiz çünkü; birşeylerin kıymetini daha iyi bilebilmek için.