27 Temmuz 2008 Pazar

Küçük görünen büyük şeyler

Şanslı olduğumu bir kez daha hissettim. Sıradan görünen, aslında çok önemli olan birşey sayesinde: Ailem. Her gün şükretmem gereken birşey aslında bu. Kendi hayatlarını boşlayıp sadece sizin için çabalayan, ufacık bir karın ağrınızda aklı çıkan, haber alamadı mı çılgına dönen, hala yanıbaşınızda olan bir anne-baba...
Herkesin ailesinin değerini bilmesini istiyorum. Annesine sarılmasını, babasıyla dertleşmesini, abisiyle top oynamasını, kardeşine çikolata almasını, ablasıyla giysilerini paylaşmasını istiyorum sadece... Hiçbiri imkansız değil...
Tüm Büyükcanlar'ı sevdiğimi bir kez de buradan dile getirmek istiyorum =)

20 Temmuz 2008 Pazar

Neden aşık olurmuşuz

Odada oturmuş sıkılmaktayken arka planda çalan türk filmi müziklerinden esinlenerek, "neden aşık oluruz?" sorusunu bir araştırayım dedim. Açıkçası, sorunun cevabının yanı sıra, aslında bariz olan ama kabullenmek istemediğim sonuçlar bile aldım.
Mesela, bir yerde aşkın özünde kendimize olan aşk olduğu yazıyor. İnsanın ufak bir iyilik yaparken bile farkında olarak ya da olmayarak kendine de yarar sağladığını düşünmesi, her davranışında ufak çaplı bir bencillik -daha doğrusu kendi çıkarını da gözetmek- sergilemesi gibi, aşık olurken de karşımızdaki gibi kendi mutluluğumuz da ön planda. Asıl istemeyerek de olsa kabullendiğim, "kompleksler beğenileri, beğeniler ise aşık olduğumuz kimseleri belirler" fikri. Genelde hayran olduğumuz insanlar bizde olmayan vasıf, mevki ya da mallara sahiptir; güzellik, zenginlik, başarı, sosyal çevre, vs. E aşk da hayranlık ya da beğeniyle başladığına göre doğru bir yorum bu sanırım. Ama şuna kompleks değil de beğeniler, aranılan özellikler falan gibi yeni etiketler yapıştırsak daha hoş olur bence.
Bir de ilgimi çeken başka bir nokta: Aşık olduğunu sanmak. İki günde birbirine "Aşkooooooom" diye hitap edenlere son derece uyuz olan biriyim ve bu tabiri caizse gerizekalı mahlukların aslında aşık olmadıklarını bildiklerine eminim. Onun dışında bir görmekle aşık olduğunu zannetmek vardır ki, bunun da bir açıklaması sevilmeyi istemek ve sevmeyi sevmek. Yani aslında hoşlandığı ve hatta bunun farkında olduğu halde kendini fazla kaptırmak durumu çünkü aslında bu olay aşık olmayı, sevmeyi ve sevilmeyi istemektir. Özellikle de yeni biten ilişkinin ardından içine düşülen boşluk sebebiyle daha sık gözlenen haldir bu.
Bir de soruma bilimsel açıklama yapan 150 dk'lık National Geographic belgeseli var ki, henüz izlemediğim için buna yorum getiremeyeceğim. Yine de, açıklaması ne olursa olsun, kimileri ağzı yanıp üfleyerek yediğinden gözümü korkutsa da, şahsen güzel bir duygu olduğunu düşünüyorum aşkın. Ama onun öncesinde, hoşlanma hissi bile gayet güzel ve eğlenceli =)

Mutluluğu taştan çıkarmak...


Hayatın güzelliğini her zaman görür müyüz? Yaşıyor olmanın verdiği zevki her zaman tadar mıyız? Sıkıcı bir cumartesi gece çimlerde tek başınıza otururken, keneli olma ihtimali olan bir kedinin sırnaşması dudaklarınızda bir tebessüm belirtir mi?
Yaşamayı sevmek güzel birşey... Moralinizin en bozuk olduğu anlarda karamsarlığa daha fazla kapılmak yerine kendimizi rahatlatacak birşeyler yapmayı seçebilmek bence çok özel bir yetenek. Yapayalnız olduğunuzu düşündüğünüzde, derdinizi anlatacak ya da beraber dışarı çıkacak birini bulamadığınızda içinizden sıkıldığınızı yüz kez tekrarlamak yerine kendi kendinizin doktoru kimliğine bürünüp sokağa fırlayabilmek kimimize göre zor olduğu gibi, aslında yaşamayı sevip her anın tadını çıkarabiliyor olmak demek. Serin bir yaz gecesi dondurma yerken temiz havayı solumak, şehrin ışıklarını izlerken düşüncelere dalmak... Bu düşünceler çeşit çeşit olabilir: Yakın zamanda bitirdiğiniz işkenceli ilişkiniz, beklediğiniz gibi gelmeyen notlar, gittikçe boşalan cüzdanınız, cuma günü patronunuzla yaptığınız tartışma, eşinizle yemek yerkenki didişmeniz; ya da geçen gece yeni tanışıp hoşlanmaya başladığınız kişi, hoşlandığınız kişinin de size ilgi gösteriyor olması ya da bunun hayali, eski bir arkadaşınızla Starbucks'ta kahve içip dertleşmeniz, kuzeninizin size ve kardeşinize aldığı aynı model farklı renkli tişört, hesabınıza yatan yüklü miktarda para... Bunlardan hangilerini düşüneceğiniz de sizin seçiminiz. Eğer o anın biraz daha zehir olmasını istemiyorsanız - ki ben öyle yapıyorum- ikinci grubu tercih edersiniz.
Dün gece odamda salak salak oturmaktan bunaldığım anda bana kendi psikoloğum olabileceğimi hatırlatan Utku'ya, birkaç gün önce Amelie film müziklerinden les jours tristes' i yollayan Uğur'a ve tanımaktan mutluluk duyduğum herkese teşekkür ederim. Bir de içinizi kıpır kıpır edip sizi ağzı kulaklarında bir moda sokan j'y suis jamais alle'yi dinlemenizi tavsiye edebilirim. Umarım hayatım boyunca Pollyanna ya da yukarıda posterini gördüğünüz filmdeki Ayşecik gibi manyaklaşmadan, küçük şeylerden mutlu olabilme yetimi korurum.

11 Temmuz 2008 Cuma

Muhafazakar vs. Yenilik

Değişiklikler... Yeni bir ortam, yeni insanlar, yeni bir iş, yeni bir yaşam... Kulağa güzel geliyor, gerçekten de her zaman o kadar güzel midir? Tebdil-i mekanda her zaman ferahlık var mıdır? Yenilikler her zaman değişik pencerelerden bakmamızı sağlar mı? Hiç mi ters tepmez, ya da zorlamaz bizi? Sanırım fazla soru soruyorum.
Genel anlamda muhafazakar biri olmak zor galiba. Alışkanlıklarını bırakmak, yeni bir şeyler yapmak ya da bazı şeyleri değiştirmek dünyanın en zor şeyi gibi gelir. Tabi bunu bir sorun daha takip eder ki, bu muhafazakar şahıs ikna olup değişikliğe gittiyse yeniyi beğenmez ve eskiye daha da özlem duyar ( gelen gideni aratır durumu ). Okul değiştirdiyse " Aaah ah önceden böyle değildi, ne çok eğlendirdik peeh" der; taşındıysa " Ne biçim komşu bunlar, apartmanda hiç hayat yok ıııyyy" diye düşünür; vs. Mutlu olduğu zamanı daha bir arar; şimdi de mutlu olabileceğinin farkına varmak yerine. Eski fotolara bakar; depresif moda yeterince girebilmişse üstüne "höüüüü" diye naralar atarak ağlayabilir bile. Ama er ya da geç görür gerçeği bu şahıs. Birileri tarafından rahatı bozulsa bile hayat vardır yenilikte...
Bu anlamsız yazıyı 76. yurdun aksine rahatla yemek yapabildiğimiz 55. yurt mutfağı ve özlediğim arkadaşlarım için yazdım. Hatırladıkça gülümsediğim ilkokul+ortaokul arkadaşlarım, herşeyimi paylaştığım lise arkadaşlarım, beni mutlu eden üniversite arkadaşlarım, özellikle de bu saydıklarımdan bir ya da daha fazlasına vakıf olmakla beraber kahrımı daha bir fazla çekenler... =) Tabi özlem fazla kaçmadığı takdirde iyidir: Tekrar gördüğümde yakalarına daha bir yapışmam + Onlar yokken farklı insanlarla kaynaşmam ve hatta önyargılarımı kırmam =P
19 yıl boyunca benimle az ya da çok birşeyler paylaşan her şahsa teşekkür ediyorum... :)

3 Temmuz 2008 Perşembe

Tatil bitti :(

Evet, malesef tatilim bitti. "Herkes gider Mersin'e, ben giderim tersine" mantığıyla, arkadaşlarım staj yaparken ben oturdum ve şimdi 1 ay yaz okulum 1 ay da stajım var. Eylüle kadar doluyum yani :( Şimdi durup bir düşününce bu 1 ay boyunca naptığımı, iyi miydi kötü müydü karar veremiyorum. Özetlemeye çalışırsam, 2 kez İstanbul'da ( biri ~48 saat, biri 12 saat ), bir kez Tekirdağ'da ( 6 saat ), 1 kez Babaeski'de ( 3 saat ), bir kez Çanakkale'de ( henüz bitmedi ama bittiğinde ~38 saat olacak ) bulundum ( rakamlara yolculuklar dahil değil ). Aslında ilginç bir durum tabi. Onun dışında naptım? Çiftlik işleri ( demir kaynatma, inek-buzağı besleme, gölgelik yapma, vs. ), ev işleri, bilgisayar, tv, vs. İlginç bir tatil oldu bana. Ama asıl üzüldüğüm, koca tatilde adam gibi araba süremedim ve bir de yeni gelen köpeğimiz Zeyno'yu göremedim. Asıl bundan sonra sıkıcı kısım başlıyor. Kolay gele bana ve benim durumumda olanlara =)
Not: Kaç yıldır kirpi görmemiştim, bu arkadaşı geçende yakaladım. Diğeri de sevgili itimin denize karşı kraker sefasından bir kare oluyor.