20 Nisan 2012 Cuma

Yabanmersini çikolatayla buluşursa...

Son yazılarımda Finlandiya'ya fazlasıyla odaklanmış bulundum, gerek överek gerek yererek. Şimdi yine öveceğim, ama sadece Finlandiya'yı değil. Bu kez İsveç de alacak payını benden.

Kutuplara geldiğimden beri yabanmersini içerikli ürün tüketimim tavan yaptı. Memleketimizde hiç yaygın olmadığını düşünürsek, buna şaşırmamak lazım (yılda 0'dan günde 1'e çıktı oran). İklimin bir getirisi olarak, Kuzey Avrupa'da yabanmersini içeren milyon çeşit gıda mevcut. Sağolsun kendisi öyle güzel bir meyve ki, özellikle çikolatayla uyumu beni benden alıyor. 

Yabanmersini-çikolata ikilisinin farklı bir kombinasyonuna İsveç'te rastlamıştım. Sabah şirin daracık sokaklarda yürürken minik bir çikolata dükkanının önünden geçiyordum ki, dükkanı fark etmemle içeri girmem bir oldu. İyi ki de öyle olmuş, çikolatalı yabanmersini marmeladını keşfedemeyecektim aksi takdirde. Kıvamı biraz garip görünüyor, ama tadı unutturuyor o garipliği. Şimdiki hedefim bundan Finlandiya'da bulmak. Umarım vardır da ben bilmiyorumdur, çünkü hiç yoksa İsveç'e giden birilerini bulmam gerekecek 3-4 ayda bir :)


12 Nisan 2012 Perşembe

Stres giderici niyetine bank sefası

Önceki yazımda ipuçlarını verdiğim üzere bu sefer de bir banktan yola çıkıyorum. Kaç seferdir Helsinki'yi yermekten kendimi alamıyordum, şimdi de biraz öveyim. Hakkını yememek lazım, güzel memleket buralar sonuçta. Çok basit görünse de, bu sıradan bank gibi detaylar sevgimi perçinliyor, çünkü Beşiktaş sahilde yaptığım keyfi bu banklarda devam ettirebiliyorum :)


İyi mi kötü mü bilinmez, ama gerçekten sükunete alışıyor insan burada. Ben zaten oturup kafa dinleme meraklısı bir insandım Finlandiya'ya gelmeden önce, son birkaç aydır iyice duruldum bu yüzden :P Artık hava da yumuşamaya başladı baharın kısmen gelişiyle, yürüyüşe daha rahat çıkılabiliyor. Öyle ki, bugün azıcık hava alayım, deniz göreyim diye dışarı çıktım, 1.5 saat sonra döndüm :D


Tabi soğuğa rağmen sahilde oturmam boşa değil, durduk yere donacak kadar delirmedim :) Oturup denizi izlemek, hele de mümkünse bir iskelede oturmak o kadar rahatlatıcı bir şey ki, bu gidişle her gün 1 saatimi buna ayıracağım. Bizim kampüs de o açıdan çok elverişli, hem güzel bir yürüyüş yolu var yarımadanın etrafında, hem de oturup denizi izleyeceğiniz geniş alanlar mevcut.


Lafı uzatmak manasız. Ne kadar içim bayılsa da sık sık, bir yandan da seviyorum Finlandiya'yı. Kafa dinlemeye fazlasıyla müsait, insanda sinir stres bırakmayan, huzur dolu bir memleket burası. Biraz daha güneş görelim, o zaman benden keyiflisi olmayacak muhtemelen burada. Zaten üstteki fotoların bir de güneşli versiyonlarını koyup, buranın o kadar da korkunç bir yer olmadığını vurgularım başka bir yazımda muhtemelen :) 

11 Nisan 2012 Çarşamba

Sükunete alışmaya başlamışken kalabalığa dalan gencin dramı

Yine karşılaştırma, yine şehirler. Önceki yazım beklediğimden fazla dikkat çekti, okuduktan sonra benim için Beşiktaş sahile yürüyüşe giden takipçilerime teşekkürlerimi sunuyorum :) Şimdi yine şehirlerden bahsedeceğim; ama benim için gidin gezin gibi isteklerim olmayacak yine, içiniz rahat olsun. 


Helsinki'ye haksızlık ettiğimi düşünüyordum, "sıkıcı, bayıcı, ruhsuz" betimlemelerimle. Bu haftasonu bir durup düşündüm, gayet de yerinde yorumlar yapmışım; sözümün arkasındayım hala. Neye dayanarak mı savunuyorum bunu? Paskalyayı fırsat bilip soluğu Stockholm ve Kopenhag'da almam sonucu yaptığım gözlemlere dayanarak. Misal, üstteki foto Stockholm'den, alttaki de Kopenhag'dan.


Stockholm'e sabahın köründe, lapa lapa kar yağarken vardım. Akşam da Kopenhag'a geçeceğim için fazla zaman geçiremedim orada. Kopenhag şehir merkezine vardığımda ise, "ah Elifcan sen anca kendini kandır şehirde yaşıyorum diye" dedim içimden. Sokaklar kalabalık, caddeler nispeten ışıl ışıl, velhasıl hayat belirtisi daha fazla. Yol çalışmaları nedeniyle sokakların görselliğindeki bozulmalara rağmen, daha canlı ve güzel göründü bana bu şehir.


Normalde herşeye kendince mantıklı bir açıklama yapmaya çalışan ben, Kopenhag vs. Helsinki karşılaştırmam için hiçbir nesnel veri sunamıyorum. Sanırım tatilden dönen insan psikolojisindeyim şu an, görülen değişik yerlerden sonra malesef geri dönülen kürkçü dükkanının göze iğrenç görünmesi durumu. Hal böyle olunca Helsinki daha bir sıkıcı görünüyor gözüme 2-3 gündür. Doğruya doğru, gündüz en kalabalık saatlerde bile o şehir enerjisini hissedemiyorum. Sokaklarda yürüyen insanlar var ya da yok, her şekilde aynı donukluk var. Kopenhag'da ise kozmopolitliği açıkça hissediyor insan. Tamam Helsinki'de de birçok ulustan insan ikamet ediyor, amma Helsinki'nin kozmopolitlikle yakından uzaktan ilişkisi yok. Helsinki'de en rahat ağaç buz deniz vs. resimleri çekiliyor :P


Şehrin güzelliğini buna bağlamak tabi ki doğru değil, biliyorum. Ben Bursa'ya da bayılıyorum, orada da şehrin enerjisini hissedebiliyorum, ama Bursa kozmopolit değil. Bursa da bir farklı, ama yine nesnel açıklamam yok buna. Sanırım orada büyümüş olmanın getirdiği sempati ve keyfini istediğim şekilde çıkaramadan ayrılmış olmanın sonucu bir özlem var. 


Belli ki ben şehrin kalabalığını seviyorum genel olarak, Helsinki'yle yıldızlarımızın barışmama sebebi de bu kanımca. İnsan yok şehirde resmen, olanlar da ha bire göl kıyısında yürüyüşe çıkıyor. Kimsenin sporuna lafım yok tabi ama, burada insanın kendi kabuğuna çekilme ihtimali beni deli ediyor. Neyse, ben ne aradığımı buldum: Helsinki'nin doğasını ve güvenliliğini henüz karar vermediğim canlı bir şehir merkeziyle kombine edeceğim :P Bugün bir arkadaşım muhteşem manzaralı bir yere konuşlandırılmış bir bank gösterdi bana, onun da fotoğrafını çekince koyacağım buraya. Hatta yeni yazım onun hakkında bile olabilir, bizi izlemeye devam edin :D