24 Şubat 2012 Cuma

Beni sevmeyen ölsün

O kadar da sıkıcı bir insan olmadığıma karar verdim. Sevdiğim insanlarla muhabbetlerime bir bakıyorum da, bazen gayet de esprili biri olabiliyorum; hatta çoğu zaman. Çenem düşük olabilir belki, ya da esprilerim saçmalamaya yaklaşıyor sıkça; ama sonuçta yanımdakiler keyif alıyor sohbetimden. Cümlelerimdeki alaycılığın da bunda etkisi var, her ne kadar kimileri hoşlanmasa da. Tamam kabul ediyorum, bazen inceden laf sokma halini de alabiliyor durum:) Ama beni bilen biliyor, yakınlarıma öyle inceden dokundurma gibi çabalarım olmaz; zaten açık açık söylüyorum bir sıkıntı varsa (Üstü kapalı mesaj göndermenin gerekli olduğunu düşündüğüm istisnai durumlar hariçtir).

İnsanların yanımda sıkıldığını düşünürdüm, hala da düşünürüm. Ama biliyorum ki bu değişken bir durum, demek ki karşımdakini eğlendirecek modda değilmişim o an. Tabi bunda yanımda kimin olduğunun da etkisi var; üzgünüm ama yeni tanıştığım birinin yanında süper geyik biri olamayabiliyorum hemen.

Cuma akşamı olduğundan mıdır nedir, keyfim yerine geldi. Arkadaşlarla yazışmanın etkisini yadsıyamam, dünyanın en iç bayıcı insanı olmadığımı onlar sayesinde hatırlıyorum sonuçta. Hatta bu gazla kendime de alttaki şarkıyı armağan ediyorum, arada bir azıcık kendini beğenmişlikten zarar gelmez ne de olsa :D

20 Şubat 2012 Pazartesi

Kapılar kapandı

"Eğer bir gün susarsam, bu artık söylenecek hiçbirşey kalmadığı içindir; herşey söylenmemiş, hiçbirşey söylenmemiş olsa bile."

Yeterince açık, değil mi? Yazar doğru demiş.

Benim de susma vaktim geldi bir kez daha, söylenmeyen şeyler olmasına rağmen. Ne yazık ki bilmiyorlar, sustuysam bir daha asla konuşmayacağım. Ne yazık ki  farkında değiller, en güçlü görünenler bile içeride kırılgandır. Ne yazık ki öğrenecekler, kapılar bir kez kapandı mı bir daha açılmayacak.

14 Şubat 2012 Salı

Little Miss Dynamite

14 Şubat'ta sevgi böcüğü tadında bir yazı yazmak hiç ama hiç istemezdim, ancak hayat şartları beni buna itti. Sabah ofiste Radyo Eksen dinliyordum ki, kulağıma çok sevdiğim bir şarkının çalınmasıyla uykusuzluktan balon olmuş gözlerim birden parlayıverdi: Will You Still Love Me Tomorrow?


Malesef videomuz alakasız birazcık, ama Brenda Lee'nin sesi tek başına yetiyor. The Shirelles versiyonunu da pek sevemedim ben; varsa yoksa Brenda Lee benim için. Zaten kendisini başka bir iki şarkıyla da çok sevmiştim zamanında. 

Şarkımızın sözleri de pek cici maşallah. " But will my heart be broken, When the night meets the morning sun?" dediği an mesela... Neyse sözleri de irdelemeye başlarsam sonum iyi olmayacak, burada susmak daha mantıklı.

Brenda Lee'den "All Alone I Am" ve "You Always Hurt The One You Love" da dinlenmesi gerekenlerden. Hatta dayanamayıp videolarını da alta ekliyorum. İyi dinlemeler =)




13 Şubat 2012 Pazartesi

Elmayralar sardı etrafımı

Öğrenmenin yaşı yok deriz ya, kendimizi keşfetmenin de yaşı yok bence. Kendimi tanıdığımı düşünürdüm ama hala bazı sınırlarımı tam olarak keşfedememişim. Mesela bugün fazla üzerime düşülmesinden duyduğum rahatsızlığı gözledim tekrar.

Guns N' Roses'ın November Rain'inde çok güzel vurgulanıyor "Sometimes I need some time... On my own" diye. Bugün beni daraltan durum bire bir bununla örtüşmüyor belki ama, kendi başıma kalmak istediğim halde peşimden birilerinin koşturmasından nefret ediyorum. Rahat nefes alamadığımı hissettiğim an çılgına dönüyorum adeta, kan beynime sıçrıyor. Gün aşırı sorguya çekilmemeliyim mesela, 2 gün sesim soluğum çıkmıyorsa ortalığın ayağa kalkmasını istemiyorum. 1 saat önce görüştüğüm biri eve gelir gelmez bana gtalk'tan birşeyler yazmamalı, hele de bunu çevrimdışı görünmeme rağmen her gün mesaj atacak hale hiç getirmemeli. 

Benim anlamadığım, neden bu kadar üstüme düşüldüğü. Bana bu şekilde yaklaşıldığında muhabbetim de güzel olmuyor ki, karşı taraf benimle konuştuğuna pişman oluyor hatta çoğu zaman. O zaman bu ilgi niye, ne var bende bu kadar? Ben görüşmek istiyorsam ararım zaten, nitekim öyle bir durumda karşımdakini bezdirircesine her gün rahatsız ediyorum. Tabi buradan yanlış anlamlar da çıkmasın; benim problemim beklediğim ve karşılaştığım ilgi arasındaki tutarsızlık. Aile, arkadaş, sevdiğim insan, herkesten beklediğim ilgi düzeyi az çok belli, ne eksiğini istiyorum ne fazlasını. Birinden diğerine göre fazlasını bekleyebilirim, orası ayrı tabi. Beklenenden fazlası ise işte böyle bunalmaya sebep oluyor, sonra esip gürlemeye başlıyorum. Umduğundan azını buldum mu da çıldırıyorum ama ona burada değinmeyeceğim; malum konumuz o değil, bir de o buhranı içimde yaşıyorum genelde.

Sanırım Finlandiya sonunda beni de depresyona soktu. Ben böyle bir tip değildim aslında, ilgiden hiçbir zaman sıkılmadım. Eskiden kimse aramıyor beni diye sızlanırdım, şimdi de halimi hatrımı soruyorlar diye şikayet ediyorum. Şükretmem lazım belki de, ama siz de Elmayra olmayın lütfen. Artık ne ilkokuldayım, ne de yapışık ikiz havamda...

7 Şubat 2012 Salı

Dikkat, çarpabilirim!

Bu aralar elektrik çarpmasından muzdaribim. Ne zaman metal bir yüzeye dokunsam çarpılıyorum, delirmek üzereyim. Hele Fince dersimin olduğu binanın askılıkları yok mu, son birkaç haftadır her temasımda istisnasız çarpıyor. Tamam bu aralar sinir stres kapasitemin doruklarındayım ama durum bu kadar vahim olunca başka bir sorun mu var diye düşünmeye başladım haliyle. Google'da yüzeysel bir araştırma yapıp birkaç foruma göz attım ben de, kocakarı tarzı çözümler bile kabulumüz sonuçta:)

Malum kış mevsimi, toprakla doğru düzgün haşır neşir olamıyoruz. Soğuktan korunacağız diye yünlü mamuller giymeden sokağa çıkılmıyor, en sıcak havamızın -5 derece olduğunu düşünürsek. Kat kat çoraplar, kalın tabanlı botlar da cabası. Ofiste etrafımız elektronik eşyayla çevrili. Tüm bunları düşününce zaten yeterince bahane olduğunu fark ettim :) Tabi yine de üstümdeki gerginliğin etkisi yadsınamaz, onu da kabul ediyorum. Bu durumda bu kadar elektrik yüklü olmasam garip olurdu heralde :D

Fazla yükümü atmak için artık her gün birer saat karlarda mı yuvarlanırım, yoksa ellerimi musluklara mı yapıştırırım hiç bilemiyorum. Bu gidişle artık kimse benimle tokalaşmak istemeyecek, yeni korkum da bu. Artık olmadı 1 Nisan'da şakalarımı bedavaya getiririm, elime elektrik tokalaşma oyuncaklarından monte etmişim etkisi yaratarak :P

4 Şubat 2012 Cumartesi

Çoklu görevli olmak ya da olmamak

Lisans eğitimime başladığımda çoğumuz gibi ben de kendimi en iyi şekilde geliştirmeyi hedefliyordum. En iyi notları alacaktım, iyi yerlerde staj yapacaktım, sosyal bir öğrenci olacaktım, kulüplerde çalışıp farklı alanlarda da kendimi geliştirecektim, hatta izin verseler çift anadala bile bulaşacaktım :P Zamanımı en iyi şekilde yönetip, istediğim herşeyi yapacaktım. Geriye dönüp baktığımda, aslında bunu az çok başarabildiğimi düşünüyorum. 3. sınıf bizim bölümün dersler anlamında en ağır yılıydı ve ben aynı zamanda üyesi olduğum kulübün yönetim kurulundaydım; dolayısıyla organizasyonlarımız için zaman ayırmam gerekiyordu. 4. sınıfta bitirme projemiz vardı; ben ek olarak flamenko kursuna başladım, bir dönem labda asistanlık yaptım, diğer dönem bir projede çeviri yaptım (çeviri deyip geçmemeli, haftada 20 saatten fazla zaman alıyordu), spora da mümkün olduğunca gidiyordum. Bu iki sene boyunca her cuma-cumartesi dışarıda oluşumuzdan bahsetmiyorum bile.

Belki çok büyütülecek aktiviteler değil bunlar; ama bence ortalama bir üniversite öğrencisine göre zamanımı gayet de etkili kullanmışım. Sonuçta derslerde bir sıkıntım olmadı, eğlencemden geri kalmadım, ders dışı aktivitelere de zaman ayırdım. Şimdi ise ne dansa devam edebiliyorum, ne spora gidiyorum. Hayatımda bir tek okul ve iş var. Kulüp organizasyonlarıyla azıcık renk katmaya çalışıyorum, o kadar. İşin komik yanı çalışmaya da yeni başladığım için iş yüküm ağır değil, o da yoğunlaşınca ne yaparım kestiremiyorum.

Daha yoğun programlara alışık, her zaman hızlı yaşamayı seven ben, neden bu sefer böyle tökezliyorum anlamadım gitti. Gören de dünyanın en yoğun insanıyım sanacak. Aynı anda bir şirkette çalışıp, tez yazıp, kendi start-up'ıyla uğraşıp, kulüp etkinlikleri organize edip, sosyal hayatını da dengede tutabilen arkadaşlarım olduğunu hatırladıkça kendimden utanıyorum resmen:) Benim de öyle verimli yaşayacağım günler gelecek inşallah. Tabi bu günler kendiliğinden gelmez, günlük hayatımızda çeşitli düzenlemelere gitmek gerek...


Düzenlemelere sosyal ağlara ayırdığım zamanı azaltarak başlamam lazım mesela. Can sıkıntımın beni ilk yönlendirdiği siteler facebook, twitter, linkedin, vs. Onlara ayırdığım zamanda kitap okusam haftalardır bitirmeye çalıştığım "Never Eat Alone"u 8 kere hatim eder, "social networking"in kraliçesi olurdum. Öte yandan daha büyük bir problem var: Dikkat dağınıklığı. Zaten hep bu dikkat dağınıklığı yüzünden zamanımı gereksiz şeylere harcıyorum. Bu leyla modundan nasıl çıkacağım sorusunun cevabı ise tahminlerim olmasına rağmen hala muallak, araştırmalarıma devam ediyorum. 

"Ey Elif, titre ve kendine gel" dememi sağlayan şeyler de yok değil tabi. Şanslı bir insan olduğuma kanaat getirmem bu etkenlerden en önemlisi. Küçük ayrıntılarda büyük değerlerin gizli olduğunu görmem de ayrı bir motivasyon kaynağım. Kökleri tee ortaokula uzanan bir arkadaşlığımın mesafelerden ve hayatın akışından dolayı zayıflayacağı yerde tam tersine güçlendiğini ispatlayan bir maille başladım bugüne. Maddi mesafenin kısa, manevi mesafenin istenenden uzun olduğu durumları yaşadıkça, fiziksel mesafenin uzunluğuna bakmadan gönüllerdeki mesafeyi kısaltan insanların varlığını bilmek nasıl keyfimi yerine getirmez ki:)

Lafı fazla dolandırdım. Kısacası böyle moral kaynaklarım oldukça hayatımı düzene sokmakta zorlanmayacağımı düşünüyorum; düzenin âlâsını kurarım hatta:) 2012'nin mükemmel olacağını iddia edip duruyorum malum; bu dönem yazmaya başladığım A4 defterimi zamanımı etkili kullanarak ortalamanın üstünde bir hızla doldururum artık :D