23 Ağustos 2008 Cumartesi

Beymen'den 3 elbise ( Çaresizlik'e devam )

Hayatta neler ön plandadır ya da neleri elde etmek isteriz? Sade, huzurlu bir hayat mı; yoksa insanların gözü önünde, parmakla gösterilen şaaşaalı bir yaşam mı? Başarı mı, para mı, aile mi? Yoksa insanların gözünde nasıl göründüğünüz, karizmanız (!) mı?
Herkes farklı yaratıldığına göre, hayattaki amaç ve öncelikleri de farklıdır ama bazı konularda bir genelleme var tabi. Mesela Dolce Gabbana'dan 2 kot almak için genç yaşta ömrünü harcamak -kusura bakmayın- bir salaklıktır. Evinde kaldığınız, zamanınızın çoğunu beraber geçirdiğiniz arkadaşınız size güvenip kredi kartı şifrelerini bile söyleyebiliyorken, siz onun kartını çalıp 15000 ytl'lik alışveriş yapabiliyorsanız bu kıymet bilmezliktir. Kartını çaldığınız insandan ve durumu öğrenip gelen babanızdan kaçmaya çalışırken tanımadığınız insanlara sığınıp, onları kandırarak onlardan yardım istemek zavallılık ve bencilliktir. Hele de yardım dilenirken kimlik ve yüklü miktarda para istemek de yüzsüzlüktür. Yardım dilendiğiniz insanları kandırırken, onlara kartını çaldığı kişiyi suçluymuş gibi anlatmak terbiyesizliktir. Adaletten kaçarken yanlış insanlara güvenip ona göre hareket etmek cahilliktir. Karşı taraf gerçeği anlamışken hala onları arayıp ağızlarını aramak kendini alçaltmaktır. Ve en önemlisi, sadece daha pahalı giysiler giyip artistik yemekler yemek için aileni yüzüstü arkada bırakmak, arkadaşının güvenini hiçe saymak, kaçarken başkalarının da başını belaya sokabilecek kadar bencilce davranmak gerçekten bir aptallıktır.
Evet, bunları o yapmış; Cennet. Bize sevgili olayı gibi yansıtıp asıl gerçeği ört bas etmiş. Şimdi kendisine dava açılmış, her yerde aranıyor. Sevgilisi de sanırsak kızın bu yaptığını biliyormuş. Şu anda hayatı kaydı; o farkında olmasa da. Büyük ihtimalle hapse girecek; ailesinin desteğini kaybetti; eğitimi yarıda kaldı. Allah kimsenin aklını başından almasın.

21 Ağustos 2008 Perşembe

Ben çektim onlar çekmesin...

klasik bir büyük lafıdır: "Ben çok çektim; bari çocuklarım çekmesin." Ne içli bir cümleymiş; son zamanlarda daha bir anladım.
Blog arkadaşlarım sıra sıra staj deneyimlerini yazıyor. Ben de kusur kalmayayım :p Ama benimki biraz sitem dolu olacak sanırım. Staj yaptığım şirketten bunu okuyan birileri varsa ( çok küçük de olsa bu ihtimal 0 değil ), kusuruma bakmasınlar. Gün içinde pek sırası gelmediği için düşüncelerimi yüzlerine söyleyemedim; bari buradan öğrenmiş olsunlar.
Yeni bir ortama girmenin zorluğunu bilirsiniz. Kendinize güveniniz ne kadar tam olursa olsun, istediğiniz kadar girişken ve sıcakkanlı olun, ısınma günleri her zaman işkencelidir bence. Canı isteyince ya da ihtiyacı olunca gereğinden fazla sıcakkanlı, onun dışında ciddi ve soğuk görünüşlü biri olarak herhangi bir ortama alışma sürecinde en çok acı çekenlerdenim sanırım. Aslında genel olarak çevreyle ilgili bir sorunum olmaz, pek yadırgamam farklılıkları ya da eksiklikleri; ama insanlarla samimi olma faslım olması gerekene göre biraz daha yavaş ilerliyor sanırım. Napalım, Allah böyle yaratmış; olmadı mı olmuyor :p
İşte bu tip durumlarda, "yeni gelen" nasıl biri olursa olsun, ev sahibine sorumluluk düşer bence. Kendi çapında cebelleşen bu insana biraz olsun yardım etmek, ortamı öğrenmesini sağlamak, insanlarla tanıştırmak, orada daha uzun süre bulunmuş birisi için bir görevdir. Görevden de öte, zevk alabileceği birşeydir bence. Ne var yani, hem bu arkadaşla doğrudan kaynaşmış olursun, hem o insanın yabancılık çekmesini engellersin fena mı?
Bunu kendimle biraz daha bağlayacak olursam, staj süresince en büyük sorunum bana sadece stajyer genç gözüyle bakılmış olması. Başka şirketlerdeki arkadaşlarıma, onlara gıpta ettiğimi 3 haftadır söylüyorum. Kimsenin hakkını yemeyeyim; hepsi çok iyi, çok şeker, çok geyik insanlar. Ama kendi çaplarında öyleler. İnsanlara korkunç ya da itici mi görünüyorum bilmiyorum. Tamam soğuk olabilirim; ama öyle olmasam da pek farketmeyecekmiş gibi geliyor. Çünkü muhabbet ederken çok iyi, ama bir kişi bile "Gel yemeğe beraber gidelim" demedi; bir organizasyon olduğunda davet etmedi. Yine de doğumgünü kutlandığı haberini veren ya da nispeten sıcak davranan herkese teşekkür ediyorum.
Üniversiteye girerken de bana yol gösteren birisi olmamıştı. Onun için benim arkamdan buraya gelen herkese mümkün olduğunca yardım etmeye çalışıyorum. İleride inşallah işe başladığımda da stajyerleri her gün yemeğe davet etme, onlarla ilgilenme sözü verdim kendime hafta itibariyle :D Yanlış anlaşılmak da istemiyorum; gerçekten ortamı çok sevdim. Çalışanlar için iyi bir ortam; ama stajyerler için psikoloji bozucu olabiliyor ara sıra ( Mesela bugün :S ) Sonuç olarak, stajyer olsam da birazcık daha fazla ilgi-alaka beklerdim sanırım. Kendimi ilgiye ihtiyaç stajyer ve yeni kayıt olmuş öğrencilere adayacağım bundan sonra =)

19 Ağustos 2008 Salı

Dyspraxia & Dyslexia

Bugün hastalık haberleriyle dolu bir gündü benim için. Sabah staja gittiğimde haber okuyordum ki bir baktım sevgili Hayri Pıtır'cığımız beter bir hastalığa yakalanmış: Dyspraxia. Valla geçmiş olsun, Allah şifalar versin kendisine. Hastalık hakkında haberlerdekilerden daha fazla bilgiyi buradan bulabilirsiniz. Ayakkabı bağcıklarını bağlayamamak şöyle dursun, yapacağı herhangi bir işin sırasını karıştırma, bedenini kontrol etmede sorun yaşamak başlıca belirtileriymiş bu hastalığın ve hatta duyusal verilerin değerlendirilme mekanizmasında da probleme sebep olabiliyormuş. Zor şey tabi.
Öte yandan, bir yazı daha okudum ki, bir disleksi hastası hakkında. Disleksi hastalarının başlıca problemi okuma, yazma, matematiksel işlem yapma, mantık yürütmede ortaya çıkan öğrenme bozukluğudur ( Hastalığın tanımı bu ). Onun hakkında da buradan bilgi alabilirsiniz. Ama altını çizmek gerekn birşey var ki, bu insanlar gerizekalı değildir!!! ( Bkz: Einstein, Leonardo da Vinci, Tom Cruise, Walt Disney, vs. ) Aksine normal insanlara göre daha da yetenekli de olabilirler. Okuduğum yazı da böyle yetenekli bir insan hakkında.
İngiltere'de yaşayan bir disleksi hastası vatandaş, üstün el becerisi sayesinde toz zerrecikleri ve şeker kristalleri kullanarak heykelcikler yapıyor; yalnız bu heykelcikler en iyi mikroskopla izlenebiliyor çünkü iğne deliği gibi miniminnacık boşlukların içinde duruyorlar. İnsanlar neler yapabiliyormuş, bir kez daha hayretler içinde kaldım.
İnsanların sanat ya da zevk adına neler yapabileceğinin başka örnekleri de var tabi. Mesela piercing. Hatta piercing ötesi takılar diyelim çünkü bu insanlar aşmış, başka da birşey demiyorum.
Alakasız bir link daha: Blog karıştırırken gördüm bunu da: Sevgiye dair bir yazı. Okumanızı tavsiye ederim; sevginin günümüzde ne olduğunu ve aslında ne olması gerektiğini hatırlatan bir yazı. Şahsen okuyunca ben de kendimden utandım ama bir yandan da mutlu oldum :p

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Çaresizlik...

Telefon çaldı; arayan babasıydı. Cennet bu durumda bir gariplik olduğunu düşündü; zira babası onu sadece görmek için Manisa'dan kalkıp Ankara'ya gelmiş olamazdı. Hemen Yusuf'u aradı; Yusuf'sa sevgilisine rahatlaması gerektiğini, gidip babasıyla görüşmesini söyledi. Ama Cennet'in sezgisi doğru çıktı; babası onu görmeye değil almaya gelmişti.
Babalık görevini yapmaya çalışan bu adam, kardeşinin kocasını da yanına almış, başka bir arkadaşının arabasıyla kızını götürmek için yurda gelmişti. Kızının o tanımadığı Vanlı çocukla ilişkisini istemiyordu; Egeli ailesine yakışmıyordu bu doğulu delikanlı çünkü. Öğleden beri kızının yurttan çıkmasını ya da yurda dönmesini bekliyordu, çünkü kızı durmadan ona, halasına, babaannesine, herkese yalanlar söylüyor, onları oyalıyordu. Hatta adamcağız danışmadaki görevlileri de tembihlemiş, bütün yurtta kızını aratıyordu.
Cennet de tek çare olarak başkasının yanına sığınmayı düşünebildi o anda. Ama hiçbir arkadaşı yurtta değildi. Bir an önce yurttan çıkmalı ya da çıkarılmalıydı görünmeden, ama nasıl??? Teker teker odaları denemeyi düşündü. O arada bir kapıyı çaldı; "Geeel!" sesini duyar duymaz da içeri daldı ve kapıyı sıkıca kapadı. Odanın sahibi kız şaşkın şaşkın bakıyordu Cennet'in yardım isteyişi karşısında.
Elif soğukkanlılığını korumakla beraber, bir yandan da afallamanın getirdiği karışık düşüncelerle boğuşuyordu. Sık sık Cennet'in babasıyla eniştesini kontrol etti camdan, hala orada oturuyorlar mı diye. Bir yandan da çözüm yollarını tartışıyorlardı: Yangın merdiveninin alt kapısı kapalı; Iraklı misafirlerin kılığına girebilmek için 2 tane etek lazım ama sadece 1 uzun etek var; camdan atlasa yüksek; çarşafa tutunsa ayakları kayabilir ve Cennet'in boyu kısa; diğer camlarda kameralar var, anında görüntülenir. Bir yandan yurt görevlileri Cennet'in Elif'in yanında olduğunu öğrendikleri için Elif'in odasına girmeye çalışıyorlardı ama başaramadılar çünkü anahtar kapının üstündeyken dışarıdan kilidi açamadılar.
Cennet babasının telefonlarını açmıyor, halasıyla konuşup kaçabilmek için babasını Bilkent1'e yönlendirmeye çalışıyor, Yusuf'tan azar işitiyor, aynı zamanda da sinir krizleri geçirmeye iyiden iyiye yaklaşıyordu. Danışmada kafaladığı kız da ona yardım edememişti, babası o kızı da kendi tarafına çekmiş, bildiklerini anlattırmıştı büyük ihtimal çünkü Cennet'in Elif'in yanında olduğunu başka türlü öğrenemezlerdi. Cennet'le Elif tanışmıyordu ki önceden! Elif ise hala çözüm bulmaya çalışıyor, bir yandan "Çattık belaya" düşüncesinin ışığında nasıl kurtulacağını düşünüyordu. Çünkü Cennet Van'a sevgilisinin yanına giderken yanına fazla eşya alamıyordu ve Elif'ten haftaiçi bavulunu kargoyla yollamasını istemişti. Kısacası tam anlamıyla bir bela; hele bir de kızı sakladığı için yurtla ve kızın babasıyla başı belaya girerse o zaman herşey tamam olacaktı Elif açısından.
O arada Cennet'in aklına arkadaşı Eda geldi, hemen çağırdı Eda'yı. Eda da hemen geldi yurda, odaya girdi. Gidiş yolları tartışıldı: Bugünkü uçaklar bitmişti, otobüsleri bilmiyordu hiçbiri, Cennet'in çok fazla parası yoktu, babasının polise haber vermiş olma ihtimalinden korkan Cennet Eda'dan kimliğini istiyordu ve tabi ki Eda da kabul etmiyordu; zaten kimlikteki fotoğraf da Cennet'e benzemediği için işe yaramazdı. Ancak Eda'nın bildiği birşey daha vardı: Katın diğer yangın merdiveninin çıkış kapısı açıktı; ayrıca o camdan atlamaktan korkmadığı için Cennet'e de cesaret vermeye çalışıyordu. Tam cam çözümünü denemeye karar vermişken, son kez babasını kontrol etmesi için Eda'yı yolladı Cennet. Eda sadece babasının hala oturduğunu söylemekle yetinmedi; yangın merdivenini de kontrol etmişti ve kapının hala açık olduğu müjdesini verdi. Hemen çıktılar odadan, o arada da bir taksi çağırdılar. Elif adamları camdan kontrol ederken kızlar da yurttan uzaklaştılar ve gittiler.
Cennet taksiye binip gitti; Eda kendi yoluna ayrıldı ama hala bir sorun vardı. Yusuf Eda'ya Cennet'in babasıyla konuşmasını söylemişti. Eda bunu kabul etmedi; Elif de tabi ki. Elif birşeyi daha farketti: Cennet oda anahtarını Elif'e vermeyi unutmuştu; dolayısıyla Elif kargoyu da yollayamayacaktı. Ama asıl sorun şu ki; Elif odaya girince sevgilisinin adresinin yazdığı kağıdı yırtacaktı kimse görmesin diye. Artık çocuğun adresinin de ortaya çıkma ihtimali vardı ki bu daha da büyük bir tehlikeydi Cennet için. Asıl sorun da zaten bu noktada başlardı ki Cennet'in kaçmasıyla başlamıştı aslında.
Elif küçük bir "Ooh!" çekti içinden; stres dolu dakikalar şimdilik bitmişti ve artık işine koyulabilirdi. Bir yandan da başına daha fazla bela gelmemesi için de dua etmeye devam etti çünkü çok büyük ihtimalle yurt görevlileri tekrar Elif'in yanına gelecekti soru sormak için. Sonuçta, kandil günü sevap mı günah mı işledi karar veremezken, pembe dizilerin gerçek olabildiğini yaşayarak görmüş oldu. Sonuç olarak ne ders çıkardığını bir düşündü; o kadar çoktu ki...

-Tahmin edeceğiniz üzere bu yazıdaki karakterler ve kurumlar tamamen gerçektir.-

10 Ağustos 2008 Pazar

Yine üniversite...




Evet önceki lise yazımın benzeri sayılabilir bu sefer yazdıklarım. Bu kez konum üniversite :)
Öncelikle yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiğim için özür dilerim üniversite arkadaşlarımdan; hafiften alınanlar olmuş :D Üniversitedekileri ezmek istemedim; onların yeri zaten başka ama lise de bir farklı bunu herkes bilir. Şimdi bu yazıyla gönül alacağımı düşünüyorum.
Sanırım bazı şeylerin değerini anlamam için önce kaybetmem ya da onlardan uzak kalmam gerekiyor. Psikolojik analiz yapmak gibi olmasın ama, malesef geç kaynaşan ya da bazı şeyleri önce karşıdan bekleyen biriyim. Ama sonuçta kaynaştım mı gayet de güzel oluyormuş =)) Üniversitenin ilk yılı sıradandı, çok ahım şahım bir eğlence yoktu sanki. Daha doğrusu güzeldi ama sanırım yeterince alışmamıştık birbirimize. İkinci sınıfta bu bağlılık birden artıverdi, zirveye doğru tırmanışa geçti ( zirve neresi henüz bilmiyorum ). Beni sevindiren de bu, gerçekten beraber mutlu olmak birileriyle. Zamanı nasıl geçtiğini anlamamak, birşeyler konuşmak, tartışmak, öğrenmek, paylaşmak...
Bugün de üniversite arkadaşlarımla bir toplaştık tahmin edeceğiniz üzere. Sevgili blog kardeşimiz, bölüm arkadaşımız, bağlama sanatçımız Saygın'ı uğurlamak bahanesiyle bir araya geldik. Ve bazı gerçekler dank etti bana: Seviyorum bizim CS grubunu ya =)) Aslında çok eğlenceli ve çok iyi insanlar kombinasyonuymuş bizimkiler :p ( Bunun zaten farkındaydım da bugün daha daha bir farkına vardım ). Saygın'ın veda yazısı bu topluluğu daha güzel betimliyor; merak edenleri oraya yönlendireyim :)
Ya bilmiyorum; anlatması pek kolay değil ama gerçekten güzel birşey ya birşeyler paylaşmak. En önemli sınava birkaç saat kala kağıt falı bakmak, moralin bozuk olduğunda en yakın arkadaşına sarılıp ağlamak, "yaa benim canım tatlı istiyo" deyip bir sürü tatlı siparişi vermek ve diğer bir arkadaşını keklemek suretiyle çağırıp beraberce tıkınmak;), oturup birşeyler içerken hararetli dedikodu tartışmaları yapmak:), çimlere boylu boyunca serilip boş boş kahkahalar atmak corg sınavı çıkışında, ya da fasılda bir ağızdan bağıra bağıra şarkı söylemek ve kendi repertuarını oluşturmak sıradan görünse de aslında insanın değerini bilmesi ve tadını çıkarması gereken güzellikler bence.
Yazılarımın artık aynı tadı vermeye başladığının fazlasıyla farkındayım ama yine de bunları yazmazsam rahat edemezdim; onun için artık sıkılanlardan özür dilerim ( tabi sıkılacak kadar sık sık okuyan varsa :D ) Söyleyecek fazla birşeyim yok. Sadece yanlarında olmaktan son derece zevk aldığım tüm bölüm ya da okul arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, benim de yanımda oldukları için :) Burdan da selamlarımı iletiyor, diğer yarışmacılara başarılar diliyorum :p Umarım bu güzel grup hiç bölünmez, daha da bir sıkı fıkı olur =) Çünkü bu arkadaşlıklar da ömrünüz boyunca hep sürmesini isteyeceğiniz cinsten...

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Yine yeni lise...

Arkadaşlar... ekine köküne ayırırsak "arka-daş". TDK da uygun tanımı yapmış sözlükte. Hayatımızın her kesitinde bu tanıma uygun insanlar oluyor, kimi zaman bazıları ön plana çıkıyor ama sonuçta o tanıma girenler genelde o özelliğini koruyor. Şimdi kimse alınmasın ama, şöyle bir geriye ve şimdiye baktığımda birçok yakın arkadaşım oldu ve hala da öyleler; ama lisedekiler bir başkaymış bunu anladım. Üniversitedekiler de apayrı ama üniversitedeki bu gerçek arkadaşlar sınırlı sayıdaysa, lisedekilerin sınırlı hali bile daha fazla. En önemlisi ordakiler ne olursa olsun daha sıcak geliyor bana.
Yatakhane arkadaşlarımla paylaştıklarımı birşeyle kıyaslamama gerek bile yok. Ama asıl güzel gelen, okul zamanı özel bir yakınlığım olmadığı halde uzun süre sonra bir araya geldiğim arkadaşlarımla eskisinden de samimi olabilmem. Arada kötü birşeyler geçsin ya da geçmesin, aylar sonra tekrar görünce her gün görüşüyormuş gibi sıcak ve samimi muhabbet edebilmek çok hoş birşey.
Birkaç gün önce lise sınıf arkadaşları olarak toplaştık. Bu kadar sevindirik bir şekilde böyle bir yazı yazmamın sebebi bu :) İnsanın bir yandan büyüdüğünü hissedip bir yandan da gerçek arkadaşlığın tadını alması harika birşey. "Hadi kalkın şuraya gidelim" deyip arabaya atlamak, onu beğenmeyip başka yere gitmek, ciddi muhabbetlere girmek ya da geyik yapmak, ama en güzel tarafı bunu üniversitedeki şimdiki arkadaşlarınla değil de eski arkadaşlarınla topluca yapabilmek... Karar verdim, herkesle bağlantımı sıkı tutmaya çalışacağım; ilkokul arkadaşları dahil :D İlkokul arkadaşlarınla yıllar sonra yapılan msn ve facebook geyikleri için ayrı bir yazı yazarım daha sonra =P
Bu yazıdan alınabilecek tek ders: -Özellikle bunu okuyan lise öğrencileri varsa dikkat etsin- Arkadaşlarınızın değerini bilin. Onlarla geçirdiğiniz zamanın güzelliğini başka birşey sunamaz.

Zamanın yetmediği an

Geldik 19'umuza... Artık bir iş deneyimi zamanı geldi de geçiyordu ki, üniversite müfredatı bu boşluğu zorunlu stajla doldurdu. Ama bu staj sadece tecrübe boşluğunu değil, boş diyebileceğimiz herşeyi dolduruyormuş meğer :S
Okulunu bitirmiş, işe başlamış insanların hayatlarının bu kadar rutin ve zamanlarının bu derece az olabileceğini düşünmemiştim. Tamam sabah 8 akşam 5 mesai, sabah ve akşam yolda geçen süre bilmem ne derken kendimize ayırabileceğimiz vaktin azaldığını biliyordum da, bu kadar da kötü beklemiyordum açıkçası. Sabahın köründe kalk yollara düş, akşam saati yurda dön, yemek yap, azıcık dinlen, e bir de uykumu alayım niyetine girdin mi tamam işte gün bitti. 24 saatten geriye kalan boş vakit anca 3-4 saat; hadi olsun 5. Bir film izledim yemek yiyip dinlendikten sonra, tamam işte kaldı 1 saat bana. Onda da kitap okurum geçer hemen. Hadi ben tek başımayım, aileyle geçirebilecek vaktim yok. Evde olsam yine annemin babamın yüzünü göremeyecektim heralde. Şimdiden acıyorum kendime 2 sene sonrası için.
Yine de sevdim bu staj ya da çalışma olayını. Arkadaş ortamı gibi bir sıkıntın olmazsa sıkıcı değil aslında ( Benim etrafımdaki kübiklerin sahiplerinin hepsi izinde )): ) İlerleyen günlerde daha da iyi olacağını düşünüyorum. Ama 3 günlük deneyimime dayanarak istediğim tek şey şu: Çalışmaya başladığımda rahat bir ortamda olayım, hayatım rutin olmasın, kendime yeterince zaman ayırabileyim. Yeterince kapsamlı bir dilek oldu sanırım :p