16 Kasım 2008 Pazar

Tarzan Kızımız vs. Ben

Şehirleşme hızla artıyor günümüzde, malum insanların sayısı pek az değil. Çoğumuz şehirde büyüdük; kalabalıklarda bulduk kendimizi. Annemiz elimizden tutup gezmeye götrüdüğünde parkta onlarca çocuk vardı, çarşıdaysa yüzlerce insan. Büyüyünce gece de dışarı çıkmaya başladık; şehir ışıklarını seyrettik, gecenin gizemine kapıldık çoğu zaman. Ama şehirin görüntüsü, eğlencesi yoktu sadece. Trafiği vardı, gürültüsü vardı, bazen devlet dairesinde, bankada zaman kaybetmesi bile vardı. Şehir yaşamından, keşmekeşten bıkanlar da kendini yaşamının ileriki yıllarında doğaya bırakmayı düşündü; hatta kimisi uyguladı bile (bkz. babam :p). Tabi herkes bunu emekliyken yapmıyor, kariyerini tam ortasında bırakıverip kendini ormanlara atanlar da varmış. Mesela bu linkteki ailemiz.
Fransa'da da modern hayattan bunalan bir çift, işini gücünü bırakıp Afrika'ya yerleşmeye karar veriyor, minicik kızlarını da alarak. 7 YIL boyunca Güney Afrika'da gezerek, doğal -hatta vahşi bile olabilir- hayatla iç içe bir yaşam tarzı benimsemiş aile. E burada büyüyen çocuk ne yapar eğlenmek için? Bütün gün fotoğraf makinesiyle, kamerayla oynayacak değil tabi. Kendine göre arkadaşlar edinir: Devekuşu, fil, yavru leopar, vs. Kızımız bu arkadaşlarıyla öyle samimi ilişkiler kurmuş ki, onlarla sarmaş dolaş uyuyacak seviyeye gelebilmiş. Ama ailesi onun iyi bir eğitim alması için Fransa'ya geri dönme kararı alınca, kızımız "Tippi" için bir adaptasyon problemi doğmuş. Okula başlamış ama devam edememiş, özel öğretmen gelmiş bir süre eve. Yaşıtlarıyla oynayamamış, hayvanlarla oynamaya alışık olduğu için. Tabi sonunda uyum sağlamış şehir yaşamına. Şimdi ise 18 yaşındaymış Tippi; sinema eğitimi alıyormuş. Çocukluk günlerini de hala unutamadığını söylüyormuş. Unutulmaz tabi, ben olsam ben de unutmam.
Ben de şehir severlerdenim. Köye gittiğimde bile bilgisayarı açıyorum hemen sıkıntıdan. Şehirdeki olanaklar çok daha fazla; bunaltan bir kalabalık olmadığı sürece yollarda yürüyen insanlar, ışıl ışıl sokaklar, rengarenk binalar (aslında bu güzel görüntüyü apartmanlar katmıyor ama neyse), vs. güzel geliyor bana. Tabi kır ortamının da yeşilliği (dün gece rüyamda gördüm öyle bir yer, çok hoştu), sessizliği, özgürlüğü bir başka. Bazen okul hayatının koşturmaca ve stresinden bunaldığımda -mesela bu bitirdiğimiz hafta- kaçmak istiyorum herşeyden. Gecenin 3'ünde elime çayımı tostumu alıp, sevdiğim şarkıyı da açıp, serin havada yürüyesim geliyor. Ya da çimlere yatıp yine müzik eşliğinde gökyüzüne boş boş bakasım. Hiçbir şey düşünmemek istiyorum; el ilanları geldi mi, biletler alındı mı, sınav sonuçları açıklandı mı, proje tarihi ertelendi mi, o insan iletisine yazdıklarıyla kime mesaj yollamaya çalışıyor, vs. bir sürü dünya işi şeyler. Olaya böyle bakınca Fransa'ya kaçan aileye hak vermiyor değilim. Gerçi benim bu saydıklarım kısa süreli sıkıntı verse de özünde mutlu edecek şeyler. Onun için ne kadar şikayet ediyor olsam da bir yandan halime şükrediyorum. Tabi bu arada dağlara bayırlara kaçmak istemem gerçeğini de engellemez :p
Fransa'dan kaçıp Afrika çöllerine yerleşen aileyi tebrik ediyorum buradan, herşeyi geride bırakabilme cesaretini gösterdikleri için. Tabi kızımıza hafif yazık olmuş, küçücük yaşta adaptasyon sıkıntısı çekmiş ama her çocuğun kolay kolay elde edemeyeceği deneyime de sahip olmuş. Ben yine de, Afrika'ya kaçmak yerine daha normal ve şehir yaşamını tamamiyle terk etmeyecek bir çözüm uygulardım heralde. Yine arada böyle dağa ormana gidilebilir, malum mekan değişikliğine ferahlık vardır; ama kurulmuş düzeni de 7 yıl gibi uzun bir süre için geride bırakamam. Çünkü bana sadece doğal yaşamın yetmeyeceğini düşünüyorum. Bazen konsere gidip bağıra bağıra şarkı söylemek, deliler gibi dans etmek, dizi-film izlemek de lazım. Kafa sallamak bile girebilir bu listeye :D

1 yorum:

Onur Yürüten dedi ki...

bir de bana sor, alıp başımı gitmem lazım bir ara buralardan :D