30 Ağustos 2011 Salı

Damlalar da yalnız...

Dışarıda yağmur var, hızlı hızlı düşüyor milyonlarca damla yere. Akşamın son ışıklarını kara bulutlar engelliyor; evin içi karanlık gibi. Evde yalnızım; bu hoşuma gidiyor. Evde yalnız kaldığım zamanları sevmişimdir; 1 aydan fazla yalnız yaşamadığımdan belki de. Bu sahte bir yalnızlık zaten; asıl olan içimizdeki...

Son günlerimi gözlem yaparak geçirmeye çalışıyorum beynim elverdiğince. Stresten ve belirsiz bekleyişlerden artık beynim de yeni şeyler kabul etmemeye başladı ya, idare ediyorum işte. İnsanları gözlüyorum, benim için yeni olan bir kültürü özümsemeye çalışıyorum. Öğrencileri, dilencileri, otobüs şoförlerini, çocukları, anneleri gözlüyorum. Geleceğimle ilgili meraklarım olduğundan belki de, toplumun çeşitli yerlerinde kadınları gözlüyorum bolca. Kendi ayakları üstünde durabilen Fin kadınlarını görüyorum sanırım. Gerçekten öyle mi henüz kestiremesem de araştırmalar bunu benim yerime söylüyor zaten.

Çevremizdekilerden "o çok güçlü biri, kendi ayakları üstünde duruyor yıllardır" gibi övgüler aldığımızda koltuklarımız kabarır. Her adımını kendin atmışsındır, her yere kendin gidip gelmişsindir, düzenini kendin kurmuşsundur, herşeyin peşinde tek başına koşturmuşsundur. E dolayısıyla da güçlenmişsindir, bunda şaşılacak bir şey yok. Ama neden bunları hep tek başına yapmak zorunda kaldığını düşündüğünde o güç kalmıyor, yerini acz alıyor. İşler ağır geldiğinden değil, işleri tek başına yapmak zorunda olmanın manevi yükü ağır olduğundan. Yapılacaklar listesindeki herşeyi tamamlayıp akşam koltuğa oturduğunuzda bunun kimsenin umrunda olmamasından. Kendi kendine yetme duygusunun size yetmediği andır işte bu. Kendi kendimize yetebilmek ama yetmek zorunda kalmamak istiyoruz çünkü.

Helsinki sokaklarının usul usul ıslanışını izliyorum penceremden, damlalar da tek başlarına iniyor. Damlalardan feyz alacağım sanırım, tüm kalp kırıklarına ve yalnızlıklara rağmen.

Hiç yorum yok: